Kenan Fani Doğan

Kenan Fani Doğan

02 Nisan 2011

AHLAK-AKIL-HUKUK-SİYASET


Bazıları benim Kelbajar ve Mirov Dağı soykırımları aracılığıyla Kurdistana Sor'un tasfiye edilmesini gündeme taşımama gülmüş. Bu iş gülmeyle ağlamayla olmuyor. Ülkesi parçalanırken kürtler yine keskin milliyetçilere ve örgütlenmelere sahiptiler. Bugün, kürtlerin 4 milyonu aşkın insanı vatanlarından koparılmış olarak sürgünde yaşıyor, kürtler tarih boyunca sahip olmadıkları sayıda keskin zekalıya sahip durumdalar. Avrupa Birliğine katılım adı altında Kürdistan'ın parçalanmışlığı ebedileştirilmek isteniyor, kürtlerde ise bilgiçlikten geçilmiyor.

Kısacası ne bilgiçlik, ne gülmek, ne ağlamak, ne miting, ne de gösteri yürüyüşleri kürtlerin acılı yaşamını dönüştürmeye yetmedi.

Ermenistan; Türkiye, soykırımı tanımasa da olur diyor. Sonra vurgu yaparak Ermenistan'ın Türkiye'den toprak talebi yoktur açıklamasını devlet olarak net bir tonla açıklıyor. Ermenistan bunu yaparken, tek-tek ermenilerden yada sivil toplum örgütlerinden farklı olarak yaklaşımını bir devlet beklentisi ve tavrı olarak ortaya koymakta. Son derece tutarlı bir tavır ve hiç yanlışı yok. Soykırım gerçektir(zaten kimsenin şüphesi yok), soykırımı yapan türklerdir ama Türkiye tanımasa da olur denmesinin anlamını birileri idrak edemese bile ben idrak ediyorum.

Ermenistan şunu söylüyor; Sadece soykırım demekle olmaz, benim exilde 4,5 milyon ermenim var. Bunların yurt sorunu var. Soykırım derken ikiyüzlü davranıyorsunuz (deyim Ermenistan'ın resmi açıklamalarında yer almıştır). Hiç kimse ermenilerin yurdunun iade edilmesi gerektiğini söylemiyor. Biz tazminat ve özür beklemiyoruz. Topraklarımızı geri istiyoruz. Ermenistan yönetiminin dünyaya deklare ettiği yaklaşımı budur.

Bu yaklaşımın eşliğinde; Ermenistan, Türkiye tanımasa da olur derken, esas talebinin soykırımın Türkiye tarafından tanınması yada özür yada tazminatla işi geçiştirmek olmadığını ifade ediyor. Bir kararlılığı öne çıkarıyor. Benim esas talebim ilhak edilmiş ülkemin bana geri iadesidir diyor. Türkiye'den toprak talebinde bulunmuyor. Bu açıklamalar Türkiye'nin sınırlarını kemalistler gibi algılayanlara çelişik gibi görünebilir ama ermenilerin tavrı çelişik değil ve tam aksine son derece berrak ve tutarlı. Ermenistan, Türkiye ile Kürdistan'ın ayrı ülkeler olduğu gerçeğini iddialarına ve tezlerine esas edinirken doğru ve gerçekçi bir yaklaşımdan hareket ediyor. Ermenilerin bir milim toprağı Türkiye içerisinde değil. Ermeni toprakları Kürdistan'da. Ermeniler, istediklerini kürtlerden, toprak taleplerini Kürdistan'dan koparacaklarını ilanen duyuruyor ve uyguluyorlar. Ermeniler bu nedenle olası bir Kürdistan'a karşı gardını almış olmanın ötesinde, uluslararası resmiyet kazanmış Kürdistan parçasını bir çırpıda yokederken dünyaya gayet net ve anlaşılır bir resim sunuyorlar. Yönelimlerini saklamaya dahi ihtiyaç duymaksızın açık soykırım ve tehcir aracılığıyla tüm dünyaya ve bu arada kürtlere bir kararlılık örneği olarak dayatıyorlar..

Ermenistan, ermeni soykırımına katılmamış, o dönemde Rusya'nın siyasi sınırları içerisinde olan, bulundukları topraklarda binlerce yıllık geçmişi olan kürtleri bir çırpıda etnik temizliğe uğratıyor. Ermenistan, bizzat ermenilerin ve kürtlerin katliamlarından kaçarak Rusya'ya sığınmış ve orada eskiden beri yaşamakta olan kürtlerin arasında yer bulmuş ezdileri ayrıma tabi tutmaksızın cenderesinde öğütürken gözü karalığının boyutları hakkında kuşkuya yer bırakmayan bir profil çiziyor.

Ermenistan, kürtlerin varlığını inkara, zazaların kürt olmadığına, kürt dilinin inkarına ve yasaklanmasına dair azami baskıyı uyguluyor. Bu konudaki politikaları İran ve BAAS baskıcılığını geride bırakıyor. Kolonyalist inkarcılığı ve ilhakı, soykırım uygulamaları ve tehcirleriyle İran, Türkiye ve BAAS'la ayniyet gösteren bir kürt politikası izlediğinin inkar edilemez kanıtlarını ortaya koyuyor.

Ermenistan'ın kürtlere uyguladığı soykırım ve tehcir İran ve Türkiye'nin açık desteği ve fiili yardımları ile gerçekleşiyor. Öyleki türk çeteciliğinin örnek isimleri Türkeş ve Demirel bile bu dönemde Ermenistan'la mutabakat sağlıyor, Azerbaycan'da darbe örgütlüyorlar.

Sizin gibi düşünmeyenler, bu gelişmeleri alt-alta sıralayarak aslında fazla kurcalamaya hiç ihtiyaç hissettirmeden ayan-beyan ortada duran niyetlerin ama hepsinden önce kürtlere katliam ve ilhak şeklinde yansıyan gelişmelerin ilerde varacağı merhaleyi pekala görüyor ve anlayabiliyorlar.

Bazıları gülmeyi seçmiş. Eviniz yanarken tam-tam çalmak yangını söndürmeye yetecekse davulu boynunuzdan indirmeyin derim. Fakat burası acı bir gerçekki çaldığınız davulun önünde ancak türk ve ermeni devletleri halaya durur. Baksanıza, ermeni soykırımının tanınması türkler arasında bile girişim olarak imzaya açıldı. Kabak kimin başına patlıyor sorusu sizlerin sorununuz olmasa bile benim ilgi alanıma giriyor.

Bilgisizliğin ve umursamazlığın bu türlüsüne gülemediğim gibi katılamıyorum.


"Kürt çapulcuları"

Kurdlerden çıkan çapulcular her milletten çıkmıştır. Batıdan gelerek, karadeniz kıyılarından gelerek çapulculuğunu sınayan binlerce insan ermeni katliamında diş payı aramıştır. Ancak bunlar, Osmanlı'nın yine o güne kadar eşine az rastlanır bir hazırlıkla, idari kurumlarıyla, hacısı, hocası, papazıyla ve de Alman imparatorluğuyla mutabakata varıp dev ordularını ermenilerin üzerine sürmekte gösterdiği acımasızlığın ve çapulculuğun yanında devede kulak kalır. Tarih boyunca türk devleti ve ordularından daha büyük çapulcu görülmedi.

İkincisi, bu çapulcular devletin paramiliter güçleri olarak devletin silahlarını omuzlamışlardır. Sonuçta araçtırlar. Silahların sahibinin kim olduğu, cinayeti kimlerin planlayıp yürürlüğe koyduğu çok önemlidir. Osmanlı devleti almanların da askeri katılımıyla açıkça ve var gücüyle soykırımın içindedir. Yeryüzünde hiçbir hukuk, hiçbir mahkeme bir cinayet eyleminde silahı tutuklayıp tetiği çeken parmağın sahibini serbest bırakmaz. Akıl kadar hukukun ve yaygın teamülün gereği olarak her yerde her cinayette tetiği çeken parmağın sahibi yargılanır.

Kürtlerin çapulcusu o gün vardı bugün de var. Her ne hikmetse her dönemde birileri her iki dünya savaşı öncesi ve sonrası herkese parmak ısırttıran Alman-Osmanlı soykırımcılık suçunu devletlerden ve paşalarının sırtından alarak "çapulcu" kürtlere yıkmayı vazife edinmiştir.

Lozan'a gelinmeden önce İngiliz-Fransız ittifakının çöl bedevilerine devlet vadedip, kürtlerin ülkesini "yönetime gelmeyen, asi, çapulcu" suçlamaları eşliğinde parçaladığı hafızalardadır. Kürdistan'ın zorla, hile ile, asılsız suçlamalarla parçalandığını unutanlar çoğu kez bu propagandif teranelerin etkisinde kalarak dönemin kürtlerini suçlar pozisyona düşmüşlerdir. Oysa aklı başında olan her insan kürtlerin yönetim geleneklerinin eski olduğunu, devletçiklerinin yüzlerce yıl yaşadıktan sonra Osmanlı'nın ancak avrupalı güçlerle itifak oluşturarak tasfiye edebildiğini bütün detaylarıyla bilir.

Kürdistan'ın zenginliklerini ele geçirmeyi 18. yüzyılın sonlarından itibaren akıllarına koyan batılı devletler ülkemizde 1100 civarında misyoner okulu açmışlardır. Vilayet-i Sitte (altı vilayet) olarak isimlendirilen o dönemin Kürdistan vilayetlerinde sayısı 1100'e varan misyoner okullarının varlığı her köye kaç misyoner okulu düştüğünü hesaplamayı zorunlu kılarken, diğer yandan "acaba ermeniler yeniden hristiyanlaştırılmakmı isteniyordu" merakına hatta hayretine vesile olacak ironik bir sorgulamayı gerekli kılmaktadır. Misyoner okullarının hemen tümü batılı devletlerin istihbari karargahları olup buralardan her türlü yeraltı faaliyeti yönlendirilmiştir. Çoğu din görevlisi adı altında istihbari faaliyet yürüten "misyonerlerin" raporları incelenirse sömürgeciliğin özünde talancılık ve çapulculuk olduğu gerçeğinin saklandığını ve bunun yerine zenginlikleri yağma edilmek istenen kürtlerin "çapulcu" olarak tanımlanıp teşhir edildiklerini görürsünüz. Zaten her sömürgeleştirme eylemi "uygarlık götürmeye, çapulcuları hizaya getirmeye" yönelik bir işgal ve ilhak eylemi değilmidir? Her sömürgeci devlet istila öncesi elinde İncil'i ile papazları yada elinde Kur'anı ile mollaları öncü güç olarak gödermemişmidir? Kendi başlarına bırakıldıklarında zenginlikleri ve kendine yeterlilikleri olan sömürge halklara sonuçta Kur'an ve İncil'den başka hiçbir şey kalmayıp tüm zenginlikleri yağma, talan, soygunla el değiştirmemişmidir? İşgal ve ilhak sömürgelere kan ve gözyaşından başka ne vermiştirki?

Kürtler Osmanlı tarihi boyunca "celalidirler". Misyonerlerin dilinde "çapulcu" olurken, Cumhuriyet döneminde "eşkiya-şaki-mürteci" sayıldılar ve sanatları "şekavet" olarak lanse edildi. Daha sonraki dönemlerde "anarşist ve terörist" olarak damgalandılar. Biz bu filmi 18. yüzyılın başından beri izleyegeldik.


Siyaset hukuka ölçü alınırsa?

ABD, Irak işgali dönemide tecavüz suçları işledimi?

İşledi?

Ayrım gözetmeksizin yaşlı, kadın, sivil katlettimi?

Etti.

Bu saydıklarım bütün uygar dünyada infial uyandırdımı?

Uyandırdı.

Niçin sesiniz çıkmadı?

Çıkarınıza uygun olduğu için değilmi?

ABD'nin Irak' a girdiği günden beri katledilen sivillerin sayısı 150 binin üzerindedir. Burada savaşmayı seçen arap milliyetçisi, BAAS mensubu, köktenci v.s. değil, sivilleri konuşuyoruz. Sivil insanların ölümlerini konuşuyoruz.

Siz de konuşabilirmisiniz?

Yada bu insanların kürtten, ermeniden farklı bir türe mensup olduklarını söyleyebilecek birileri bulunabilirmi?

İnsan!

Evet insanı haklarıyla birlikte ve bu hakların en başlıcası olan yaşama hakkıyla ele almanın gereklerini konuşuyoruz.

Ermenistan yönetiminin Saddam yönetiminden hiç farkı yok. Benim dikatörler için sivil halk ölsün demeye getirdiğim yok, ancak katillerimizin hukukunun savunulması bir insan hakları sorunu olsa bile bunu hararetli bir şekilde yapmak kürtlere düşmez. Düşer diyenlerin tavrı Saddam'ın idam kararını imzalamam diyen Celal Talabani'nin gösteriş itkili insancıllığının düzeyine iner.

Ermenistan bir devlet, kürtlerin soykırımlara uğratılmasına tavır aldığını gören varmı?

Diaspora ermenileri İngiltere, Fransa, Amerika'da devlet içinde devlet konumunda. Bugüne kadar kürtlerin haklarını savunmalarını bir yana bırakınız, soykırıma uğratılmalarını kınamışlıklarının bir tek ifadesini bulup buraya aktaracak olan varmı?

Van Kuli'lerin, günümüzdeki koruculuğa denk düşen bir Osmanlı örgütlenmesi olarak yalnızca ermenilerden teşekkül ettiğini Garo Sasuni yazar. Ermenilere "teba-i sadık" denmesinin nedeni bu kurumun sadece kürtlere değil ortadoğunun diğer halklarına karşı silahlı bir baskı gücü şeklinde kullanılmış olması nedeniyledir.

Osmanlı Paşası Bedirhan'ın emrine verilen özel muhafız birliği Revanduz'dan Hakkari'ye kadar Moltke'nin yapmadığını, yapamadıklarını yapmıştır. Süryanilerin Osmanlı adına katli, ezdilerin katliamlardan bizar olup Ermenistan'ın (o dönemde devlet değildiler) Rusya kontrolündeki yörelerine ve Çukur Sad-Şirvan-Şadili kürtlerinin arasına sığınmaları o dönemde gerçekleşmiştir.

1850 yılına kadar Osmanlı-Alman ittifakı kürtleri mükerrer soykırımlara maruz bırakırken infaz mangalarının ön saflarında ermeniler vardı. Buna rağmen Kürdistan'da önemsenecek türk nüfusu yoktu. Türklerin kürt mireliklerini tasfiyesinden sonra bölgede ilk defa yerleştirmeye başladığı idari kurumlarına dayanak olacak türk nüfusu ancak bu dönemden sonra Kürdistan'a sızdırılabilindi.

Nasılmı?

1840'ların sonunda Osmanlı'nın kolonileştirme eylemine karşı çıkıp asker ve vergi vermeyi reddeden Akçadağ kürtleri diğer yöreler gibi ayaklandılar. Üzerlerine gelen Osmanlı güçlerini iki kez yenilgiye uğratan kürtler seferber edilen ermeniler tarafından yenilgiye uğratıldılar. Malatya, Afşin, Maraş, Gürün, Darende, Sürgü, Besni, Arapkir, Ağın, Erzincan, Erzurum, Oltu, Aşkale, Gümüşhane, Bayburt, Nizip, Antep, Hatay ilk defa bu şekilde türk nüfusun akınına uğradı, daha sonra orduların himayesinde Harput'a hatta Palu'ya kadar uzanacaklardı.

Osmanlı'nın Almanya ile birlikte Kürdistan'ı işgali ve ardından ilk defa sömürge statüsünden daha geri bir statüye düşürerek iç sömürge bile denemeyecek bir şekilde ilhak etmesi ruslarda tedirginlik yarattı. Ruslar, 1820 Rus-İran savaşı sonunda üçüncü ilhakçı güç olarak ellerinde bulundurdukları Ermenistan parçasının avantajlarını da kullanmak suretiyle kendileri gibi ortodoks olan ermenileri daha yoğun şekilde manipule etmeye başladılar. Ermenilerin rus yanlısı tutum takınmaları "talihin dönmesine", ermenilerin Osmanlı ile Almanya yanındaki ayrıcalıklı ve özgün pozisyonunun değişmesine neden oldu. Ardından 1855 Zeytun direnmesi ve 1877 Osmanlı-Rus harbi öncesi ermeni direnişleri ve kırımları yaşandı.

1890'larda kurulan Hamidiye Alayları, Van Kuli örgütlenmesinin yerine ikame olundu. Ancak Hamidiye alaylarına hiç bir zaman top gibi ağır silahlar verilmedi. Van Kuli kuruluşu aynı zamanda topçu birliklerine sahip düzenli askeri örgütlenmeydi. Hamidiyeler ise hafif süvari alayları olarak örgütlendiler.

Kendi bilgisizliğinizi başkalarına çifte standartlı diyerek suratlarına çarpmamanızı tavsiye ederim. Şayet bilmiyorsanız gidiniz öğreniniz. Kürtlerin ve kürt ermeni ihtilaflarının tarihi geçmişine ilişkin bilgileriniz egemenlerin yazdığı tarih bilgileriyle sınırlı. Konuya objektif yaklaşabilecek birikimden yoksunsunuz. Kaldıki kürtler bu konuda taraftırlar. Ülkelerinin önemli bir bölümü ermeniler tarafından yutulmuş durumda. Ermenistan'da BAAS-Kemalist uygulamalara taş çıkarttırır baskı türleriyle cendereye alınmış vaziyetteler. Bunun insan hak ve hukuku önünde taşıdığı anlamı ve ehemmiyeti idrakten acizmisiniz?

Kelbajar çoklarına batar oldu, Mirov kelimesini bir kez olsun yazamayanlar ermenilere payanda olma madrabazlığını kimseye kaptırmaz hale geldiler. Kürt milletinin hukukunu, varlığını bunlarmı savunacak yada savunulmasını millete öğretecek?

Ört ki ölem..


Ahlak-akıl-hukuk

İnsanların öldürülmesine karşı çıkmanın ahlaki kriterleri Azerbaycan ve Irak'ta öldürülenlerin, sürülenlerin de insan nesline mensup oldukları gerçeğini esas alır. İnsanlığın ölçüleri yeryüzünün bütün insanlarını kapsar. Bir tek insan için dahi olsa sessiz kalmak konunun lafzıyla ilgilenildiğine delalet eder.

Azerbaycan ve Irak halkları kürtlere ne kadar karşıt ve uzaksa Ermeniler de o ölçüde karşıt ve uzaktırlar. Azerbaycan ve Irak coğrafya olarak Kürdistan'a ne ölçüde yakınsa Ermenistan da aynı ölçüde yakındır.

İnsan hukukunun temelde eşit olduğu ve eşitçe ele alınması gerektiği önce uygar hukukun ölçüsüdür. Diğer yandan insan yaşamıyla ilgili olması bağlamında ahlak ve vicdan ölçülerini de gerekli kılar.

Bunun dışında insan hukukunu milletlerin çıkarlarına, siyasi beklentilerine uygun olarak ele almak yada almamak yaklaşımı vardır. Uluslararası hukuk bugünkü haliyle güçlünün hukuku olmak ve güçlü olanın çıkarlarını savunmaya müteallik bir görünüm vermek durumundadır. Bu ölçüler "akli" olmakla birlikte ahlaki ve vicdani ölçüleri, insani sorumlulukları, hepsinden daha önemlisi eşitlik ve adalet prensiplerini gözetmeyen bir tarzı temsil etmektedir. Kürtlerin temel zorlukları da bu anlayışın egemen olmasıyla yakından ilgilidir.

Herkese hukukun emrettiği ölçülerde eşit ve hakkaniyet temelinde yaklaşmak belki o gün için izlenen siyasetle uyuşmayabilir, bu durumda sorgulanması gereken siyasetin ahlakiliği ve akılcılığı olmalıdır.

Meseleyi böyle anlamayanlar madrabazlardır. Siyasetler değişebilir ama insanın hakları daha bir gelişme ve genişleme göstererek ebediyete kadar baki kalacaktır.

Kürt siyasetçileri arasında hiç kimse ermeni soykırımını inkar etmedi, tartışmaktan da kaçınmadı. Kürtlerin bugün bile devam eden soykırıma ve tehcire uğratılması sözkonusu. Bunun faili ve müsebbibi Ermenistan. Bu sorunu ermenilerin soykırımını tartışırken tartışmayıp ne zaman ve nerede tartışacaksınız? Kurdistan'a Sor'un tasfiyesini ermenilerin vatanlarından sürülmesiyle kıyaslamayacaksanız hangi soykırım ve tehcirle kıyaslayacaksınız? Hepsi biribirine benzer ve kıyas teşkil eder durumdadır. Kıyasa değer eşitleri yada benzerleri karşılaştırmak bilim yönteminin de gereğidir. Bunu burada, bu aşamada yapmayıp nerede yapacaksınız?

Ermeniler masaya kendi hukukları ile geliyor. Yeryüzünün en çok bastırılmış, en çok istismar edilmiş, en çok katledilmiş milletini suçlayarak geliyor, kürtler üzerinden talepte bulunuyorlar. Kürtlerin masaya koyacakları neler olmalıdır? Kürtlerin bir hukuku yokmudur? Maruz bırakıldıkları ve hala bırakılmaya devam edildikleri soykırımlar önünde hakları ve söyleyecekleri yokmudur? Neyle kıyaslayacaksınız, masaya kendi hukukunuz olarak ne koyacaksınız?

İşte kürt aydınının görev ve sorumlulukları burada ortaya çıkıyor. Farz olan ve aslolan önce senin hukukundur. Sünnet olanı öne geçirmeyin ve bu tutarsızlık için ensemizde boza pişirmeyin lütfen.

Avukatsız bir millet olan kürtlerin avukatlarını dinlemeye ihtiyacımız var. Dünyanın neredeyse tümü bizim katledilmemiz önünde susarak ve susmaya devam ederek ermenilerin avukatlığını üstlendi, bizler de yeterince dinledik. Şimdi kürtlerden başlayarak bütün dünyaya kürtlerin uğratılmakta oldukları vahşetin anlatılması gerekiyor.


SONUÇ

Hiç bir soykırım, soykırıma uğratılanların toprak talebinden ayrı ele alınamaz.


Ermeni Soykırımını ele alış tarzınız yanlış. Bir soykırımı nasıl ele alacağınızı bilmiyorsunuz. Soruna yaklaşımınız bir değil birçok şeyi gözardı ediyor.

Şu anda bir soykırım kınama girişimi sürdürülüyor. Gerçek bir insanlık suçuyla ilgili olarak, Dersim soykırımıyla ilgili olarak bir kampanya yürütülüyor.

Dersim soykırımı, sınırları ne olursa olsun, katılınız yada katılmayınız, Dersim ismiyle belirlediğiniz coğrafyadan ve bu coğrafyaya dair hak iddialarından, toprak taleplerinden ayrı ele alınabilir mi?

Uğradığı sayısız soykırımlar önünde haklı ve insani taleplerden ibaret olan kürt milletinin siyasi talepleri kürtlerin toprak taleplerinden ayrı ele alınabilir mi?

Aynı şekilde ermenilerin, türklerin, azerilerin, rusların, farsların, arapların, gürcülerin ermeni soykırımı önündeki tutumları, tek-tek bu milletlerin ve rejimlerin her birinin yek diğerinden farklı şekillerde ortaya koyduğu toprak taleplerinden ve toprak iddialarından ayrı ele alınabilir mi?

Yada alınıyor mu?

Soykırıma uğramak, bir toprakta, bir soyun, yani o toprağın yerlilerinin, yerleşiklerinin toplu ve sistematik bir sekilde imhası anlamına geliyor. Soykırım denen eylem, yöneliminde sınırları belirlenmiş bir coğrafyayı, bir ülkeyi, bir bölgeyi esas aldığına göre.. belli bir coğrafyayı bir milletten, bir halk grubundan, bir inancın mensuplarından, bir soydan temizlemek anlamına geliyor.

İnsanları topluca yoketmek anlamına geliyor. Etnik 'temizlik' anlamına geliyor. Demografik 'temizlik' anlamına geliyor.

Bu nedenle, soykırımlar, soykırıma uğrayanlarla-uğratanlar arasında, ülke sorunundan, toprak sorunundan bağımsız ele alınamazlar. Yaşanmış bir soykırım olarak ermeni soykırımı, temelde ermenilerin eskiden beri yaşadıkları topraklar üzerinde topluca imha edilmeleri sorununa, kıyımla, göçettirmeyle boşaltılmış bir vatanları olduğu sorununa, 'ülke' sorununa tekabül eder, dolayısıyla ermenilerin haklı toprak taleplerinden ayrı ele alınamaz.

Ermenilerin toprakları ve vatanları vardı. Esir alındılar. Tehcir edildiler. Aşağılandılar. Döndürüldüler.

Soykırıma uğratıldılar.

Yok edildiler.

Vatanları ellerinden alındı...

Sonuç olarak, ermenilerin sorunları sadece soykırımdan ibaret değildir. Ermenilerin uğratıldığı soykırım gerçeği, ermenilerin kendilerine ait toprakları olduğu gerçeğinden, ermenilerin bir vatanı olduğu gerçeğinden bağımsız değildir. Ermeni soykırımıyla, ermenilerin vatanının neresi olduğu sorununu, bu vatanın sınırlarının nereye kadar ulaştığı ve ulaşması gerektiği sorusuyla birlikte ele almak gerekiyor.

Ermenilerin, sadece Batı Ermenistan'ın tamamını ilhak etmiş olan inkarcı türk devletiyle değil, sünni islamla değil, yayılmacılıkla değil, ama aynı zamanda bölgedeki diğer milletlerle de toprak sorunları ve bölge devletlerinden toprak talepleri vardır. Siz adına ne derseniz deyin.. Buna Kürdistan dahildir.. "zazaistan" dahildir. Zazası, kurmancı, alevisi, sünnisi, ezdisi dahildir..

Ben ilk defa burada değil, bundan yıllar öncesinden başlayarak bugüne kadar ermenilerin toprakları iade edilmediği sürece ermenilere yapılan tarihi haksızlıkların giderilemeyeceğini, tazmin edilemeyeceğini söyleyegeldim.

Ermeni soykırımının kabulünün, suçlularının cezalandırılmasının, ermenilerin maddi ve manevi kayıplarının tazminatla karşılanmasının gerekli olduğunu.. ama bunların hiçbirisinin soykırım aracılığıyla ellerinden alınan ermenilerin tarih boyunca üzerinde yaşadıkları kendi topraklarında, vatanlarında yaşama hakkından daha önemli olmadığını.. ermenilerin soykırımla gaspedilen haklarının, hukukunun, uğradıkları kayıpların.. ancak soykırımlar aracılığıyla ellerinden alınan yaşama alanlarının, vatanlarının iade edilmesiyle tazmin edilebileceğini, bir ölçüde hafifletilebileceğini savundum.

Dünyaya bakınız. Bir çok ülkenin ermenilere dair politikaları vardır. Ermeni soykırımını ele almada netleşmiş tavırları vardır.

Ermenilere ve ermeni sorununa muhatap olan türklerin, farsların, rusların, azerilerin, gürcülerin, arap yayılmacılığından beri arapların, ermenilerle ilgili resmi tezleri, devlet politikaları var. Bu ülkelerin aynı zamanda "Ermeni Sorunu"nda ortaklıkları da var.

Ermenilerin toprak talepleri var. Ermenistan'ın kürtlere, ezdi kürtlere, alevilere, zazalara ilişkin resmi tezleri, iddiaları var. Ermenistan'ın devlet olarak bu konuda bir politikası var. Ermenistan "üniversitelerinin" adı geçen gruplarla ilgili çalışmaları var. Bunlardan haberdarsınız.

Mağdur taraf olarak ermenilerin ilgileri ve adına ne derseniz deyin ilgili coğrafyaya yönelik talepleri ve çalışmaları vardır.

Ermeniler eskiden kiliselerinin bulunduğu harabelerin yanıbaşına ev yapmaya karar verdikleri zaman onlara misafir gözüyle bakılacağını önermekle, onların bu taleplerinin eskiden kendilerine ait olan kendi vatanlarında yaşama hakkı olarak kabul görmesini önermek biribirinden farklı iki yaklaşım tarzıdır.

Çağırıyorsunuz da kimi çağırıyorsunuz, hangi gidenleri?

Hanginiz misafir, hanginiz ev sahibi?

Ataları Dersim'de yaşamış bir ermeninin çocuğu Bertali Dersim'e çağırsa, Bertal misafir olsa çağıran ermeni olsa ne olurdu?

Dersim Bertalin memleketi mi?

Evet! Memleketi!

Ya ötekilerin, ya ermeninin?

Memleketi değilmi?

Kürtlerin de bir ermeni politikası olmak zorundadır. Zazanın, ezdînin, alevinin, kurmancın, sünninin bir ermeni politikası olmak zorundadır. Kürdistan'ın bir ermeni politikası olmak zorundadır.

Kürtlerle-türkler, kürtlerle-farslar, kürtlerle-ruslar, kürtlerle araplar (siz kürtler yerine zazalar deyin hiç farketmez) arasındaki anlaşmazlık sadece Kürdistan sorunuyla, kürtlerin kendi vatanlarını, kendi topraklarını kurtarmaları sorunuyla sınırlı değildir. Bu saydığımız ülkelerle kürtler arasında Ermenistan sorunu, ermeni topraklarının 'paylaşılması' sorunu da vardır.

Araplar, farslar, kürtler, türkler, ruslar, azeriler ermenileri müştereken zayıflattılar, sonra ermenileri sistematik kırımlara uğratarak kendi öz vatanlarından söküp attılar.

Nasıl mı?

1915'in dehşetengiz yöntemleriyle.

Ermenilerden geriye kalan 'vatan', ermenilerle iç-içe yaşamalarının sağladığı elverişli konumlarının yardımıyla hiç beklenmedik bir şekilde kürtlerin eline geçti. Ermenistan topraklarının en büyük parçasını kürtler ilhak etmediyseler bile bugün burada ağırlıklı olarak kürtler oturuyor. Batı Ermenistan bugün Türkiye'nin siyasi sınırları içerisinde bulunuyor, türk ve alman orduları tarafindan 'temizlenerek' ilhak olundu ama üzerinde ağırlıklı olarak, sünnisiyle, alevisiyle, kurmancıyla, zazasıyla, ezdisiyle kürtler yaşıyor. Ermeni soykırımını kürtler tasarlayıp yürürlüğe koymadılar. Buna rağmen ermeni soykırımı bölgede kürtlerin lehine bir nüfus yayılması yarattı. Kürtler Ermenistan'a dışardan gelmediler. Ermenilerle içiçe yaşayan aynı coğrafyanın insanlarıydılar. Soykırımdan önce evlerinin yan yana olmadığı durumlarda, köyleri yanyanaydı. Müslüman olmanın ve ermenilerle içiçe yaşamanın sağladığı avantajla kürtler hiç zorlanmadan ermenilerle birlikte yaşadıkları, ortaklaşa sahip oldukları yörelerin hakimi haline geldiler.

Ermenilerin eskiden yaşadığı bölgelerin, yani ermenilere ait olan ve Ermenistan'a dahil edilmesi talep edilen toprakların önemli bir kısmının, ilaveten Kürdistan'ın derinliklerine kadar yer tutan ermenilere ait özel mülklerin, kilise mülklerinin.. ister zaza ister kurmanc olsun, alevisiyle sünnisiyle kürtlerin elinde bulunduğu, Kürdistan'ın siyasi sınırları içerisinde yer almakta olduğu bir olgu mudur, değil midir?

Ermeni sorununa, ermeni toprakları sorununa kürtler dahil olmasalar bile ermenilerin diğer komşuları arasında ermeni topraklarının ilhakı ve paylaşımı konusunda bir ihtilaf zaten vardı. Ortada bir soykırım gerçeği vardır. Ermenilerin tek-tek diğer ilhakçı devletlerle olduğu gibi, devlet olmayan kürtlerle de ülkelerinin işgal edilmesinden ileri gelen ihtilafları her zaman vardı. Ve bu ihtilaflar çözülememiştir, hala sürüyor. Kürtlerin elinde olan sebeplerden ileri gelmiyorsa bile ortada önemli bir sorunun bulunduğu gerçektir. Uluslararası anlamda kabul gören, yandaş bulan bir ihtilafa muhatap olmaklığımız söz konusudur. Bir soykırım olayına tanıklığımız söz konusudur. Bu ihtilafın kürtler açısından birinci ayağıdır...

Tüm bunların dışında, gerek ermenilerin ve gerekse diğer egemen devletlerin ermenilerden çok daha geri bir statüsü olan, bizzat kendi ülkeleri işgale uğramış bulunan kürtlerle kendi aralarında ermeni topraklarının paylaşımı konusunda bir ihtilafı da vardır. Bu da kürtler tarafından ihtilafın bugüne kadar yeterince üzerinde durulmayan yanıdır, ikinci ayağıdır.

Kürdistan ve Ermenistan tanımlarına, kürtlerin ve ermenilerin tarihi yaşama ve yayılma alanlarına, haritalara, şehirlere, köylere, köy isimlerine, kilislere, konaklara, mezarlara, mezar taşlarına, taş işçiliğine, tarihi yazımlara ve anlatımlara baktığımızda hiçbir toplum ermenilere kürtlerden daha yakın ve Ermenistan'la daha fazla içiçe değil.

Kürtler kendi vatanlarıyla birlikte sömürgecilerin kendileri için alıkoydukları ve kürtlerin kendi iradeleri dışında ellerine geçmiş Ermenistan parçasını da istiyorlar. Kürtlerin kendi vatanları bugünkü haliyle Ermenistan'ın büyük parçasını, batı Ermenistanı içeriyor. Batı Ermenistan demografik olarak kürtleşmiş. Türklerin yerleşimi ise Sivas'ın batısından itibaren yoğunluğa sahip. Ermenilerin toprakları farslara, türklere, ruslara ilaveten kürtlerin elinde ve kürtleşmiş bulunuyor. Bu sonuç kaçınılmaz olarak kürtleri de Ermenistan sorununa muhatap ediyor. Tek başına Kürdistan ve tek başına Ermenistan sorunlarını kürtlerin ve ermenilerin tarihten gelen iç-içeliği örneğinde olduğu gibi biribirine yaklaştırıyor ve ayrılmaz kılıyor.

Ermenistanın kendisi de bir kürt ve Kürdistan sorununa muhatap değil mi?

Kurdistana Sor'un ermeniler tarafından etnik temizlikle boşaltılıp ilhak edildiği bir vakıa değilmi?

Kürt siyasası, kendi vatanlarını ve devletlerini isterken ermenilerle mevcut ihtilafı dikkate almak, komşu bir milletin meşru taleplerini inkarla, aşağılamayla karşılamaktan kaçınmak, insani ve demokratik yaklaşımın gereklerine uymak zorundadır.

Kürtlerin bir hazırlığı yoktur.

Zazanın, alevinin, bir hazırlığı yoktur.

Ezdînin bir hazırlığı yoktur.

Kürt aydınlarının hazırlığı yoktur.

Kürtlerin ulusal ve demokratik taleplerini omuzlayan kürt siyasetçilerinin, kürt siyasi partilerinin, Ermenistan sorunu ve ermeni soykırımıyla ilgili olarak bölgenin tarihi, siyasi, etnik, dini özelliklerini ve demografik durumunu hesabeden ortak bir programları yoktur.

Komşu milletlerin ve devletlerin Ermenistan politikaları vardır. Ermenistan gerçeğine rağmen, soykırım gerçeğine rağmen kürtlerin bir Ermenistan ve ermeni soykırımı politikası yoktur.

Tartışmalar süresince Ermeni sorununu ele alırken türklerin inkarcı tavırlarından özenle kaçınılması gerektiğini, benzetmelerle, içerdiği yanlışlıklara göndermeler yaparak anlatmaya çalıştım. Kürtlerin Osmanlı enkazının altında kalan milletlerden olduğunu, Ermenistan'ın bir kısmının da Kürdistan'la birlikte Osmanlı enkazı altında bulunduğunu unutmamak gerekir. Eğer kürtler, ermenilerle birlikte kürtlerin topraklarını da ellerinde bulunduran İran, Rusya, Türkiye gibi devletlerin ermenilere ilişkin ilhakçı politikalarını, ırkçı-inkarcı yaklaşımlarını emsal alıp kopya etmeye kalkışırsa, Osmanlının enkazını hiç değilse Ermenistan-Kürdistan bağlamında kaldırmanın imkanı kalmaz. Ermenilerin tanınmış bir devleti var. Kürtlerin o da yok.

Ermeni ve kürt milletlerinin yanyana ve iyi ilişkiler içinde yaşaması bir ölçüde kürtlerin ulusal tutumlarıyla ilgili bir meseledir. Kürtlerin, ermenilerle ilgili politikalarında kolonyalistleri taklit eder konuma düşmekten kaçınmaları, ilhakçı-işgalci söylemden kaçınmaları, önce kendi kurtuluşlarının zorunlu kıldığı bir tavırdır. Kemalizmin yöntemlerinden esinlerek gizli ilhakçılığa, işgalciliğe, inkarcılığa özenmemek gerekiyor.


*******


TARTIŞMA NOTLARI / EKLER

1. Kürdistan'da 1915 yılındaki askeri hareketliliğe dair notlar


The establishment of the Hamidiye regiments (1892) allied parts of the (Sunni) Kurdish tribal elite even more strongly to the Sultan than they had been before. Until the early 1920s, most members of this stratum rejected the idea, unsuccesfully propagated by a handful of modern-educated men, that they belonged to any 'national' entity apart from that defined by loyalty to the Ottoman dynasty.

Şunu diyor: Hamidiye Alayları’nın kurulması (Sünni) Kurd aşiret elitinden bazılarının Sultan’la ittifakını eskiden olduğundan daha da fazla güçlendirdi. 1920’li yılların başlarına kadar, bu tabakanın çoğu mensubu, bir avuç modern-eğitimli kişi tarafından propagandası yapılan, Osmanlı handedanına sadakatın tanımladığından ayrı bir ‘millî’ mevcudiyete ait oldukları fikrini reddediyordu.

Kek Mancel'in yazısından yukarda tekrar ettiğim, Martin van Bruinessen’den yapılmış bu alıntıdaki ibareler çok önemlidir.

Bir fırka, üç alay asker demektir. Eski askeri örgütlenme birimlerinden olan 'fırkalar' bugünkü tugayla tümen arası bir askeri birliğe tekabül etmektedir. Bir fırka üç alaydan oluşmaktaydı. O günün koşullarında bir alay hazarda (barış döneminde) 1000 kişiden, seferde (savaş hali) mevcut artırılarak 1200 kişiden oluşuyordu. İki fırka toplam 6 alaya denk düştüğünden sahip olabileceği azami asker sayısı da 1913 itibarıyla 7200 askere denk düşmektedir.

Bundan yaklaşık on yıl öncesine kadar çok garip bir şekilde Kürdistan Teali Cemiyeti soykırım suçlamasına maruz bırakılıyordu. Bu saçma düşünceyi perde arkasında durup el altından pompalayanlar Özcan Soysal, Demir Küçükaydın, İbrahim Seven gibi "Türkiye" partilerinden gelen türk komünistleri idi. İntername'deki tartışmalarda sürekli Kürdistan Teali Cemiyeti'nin 1919 yılında kurulduğunu öne çıkararak, Teali Cemiyeti'nin kuruluşundan 4 yıl önce gerçekleşmiş bir soykırıma nasıl katılmış olacağını alaycı ifadelerle sorgulamış ve önüne geçmiştim. Şimdi işin aslını bilmeden Hamidiye suçlaması yapılıyor.

Hamidiyelerin 1908 yılında feshi, hafif süvari alayları adı altında bırakılan az bir kısmının ise 1913 yılından itibaren aşiret önderliklerinin komutasından alınarak 9. Kolorduya bağlanması bahse konu örgütlenmenin bu andan itibaren devletin askeri örgütlenmesi içinde yer alması demektir, komutasının ordu kademelerinde görevli muvazzaf subaylara devredilmiş olması demektir. Bu andan itibaren Hamidiyelerin komutasından ve eylemlerinden direkt bir şekilde sorumlu olan merci merkezi otoritedir, yani Osmanlı'nın kendisidir..

Esas dikkat edilmesi gereken husus şudur.

1915 yılı, 1. Dünya savaşı'nın en kızgın haliyle devam ettiği yıldır ve savaş 1. yılına girmiştir. Savaşın Osmanlı için anlamı büyüktür. Çünkü veliinimeti Alman İmparatorluğu savaşa tutuşmuştur. Osmanlı savaş hazırlığı içindedir. En büyük tehlike sınırdaşı olan Rusya'dan beklenmektedir. Önceki tecrübelerinden ermenilerin durumuna vakıf olan Osmanlı, savaşa girişen her askeri güç gibi cephe gerisini ve ikmal hatlarını güvenlik altında tutmak zorundadır. Buna bir de Almanya'nın Azerbaycan petrol yataklarına ulaşabilmesi için mevcut güzergahı "güvenli" hale getirme isteği eklenince ortaya soykırım çıkmıştır.

1915 yılı itibarıyla; Enver Paşa'nın 1916'dan itibaren Ruslara karşı süreceği 250 bini Allahu Ekber dağlarında mevta olan sayısı 600 bin civarındaki Osmanlı ordu birlikleri, ayrıca Cemal Paşa'nın bilahare Hicaz, Yemen, Filistin ve Suriye'nin savunması için emrine verilen yaklaşık 500 bin kişilik kuvvet, ilaveten jandarma birlikleri, silahlandırılmış sivil memurlar, paramiliter yapıya sahip Teşkilat-ı Mahsusa o gün için Diyarbakır, Mardin, Halep, Urfa, Bitlis, Erzurum, Erzincan, Elazığ, Muş vilayetlerinde konuşlanmış olup tahkimatlar oluşturmakta, askeri tatbikatlar yapmaktadır.

Bütün bu orduların sevk ve idaresi Adana'da karargahı bulunan Yıldırım Orduları komutanlığınca yürütülmekte, Yıldırım Orduları komutanlığı görevinde ise daha sonra Çanakkale'ye geçecek olan Liman von Sanders adlı Alman generali bulunmaktadır. Görünürde Enver Paşa Osmanlı'nın Harbiye Nazırı iken bugünün genelkurmay başkanlığına denk düşen Harbiye nezaretini fiilen Liman von Sanders yürütmektedir. Osmanlılar Alman kurmaylarının sevk ve idaresi altındadır. Silahların sahipleri olanlar aynı zamanda ordunun yönetiminde tartışmasız belirleyici konumundadırlar.

Ermeni Soykırımı'nın devam etmekte olan savaş ve bu nedenle Kürdistan'a yığılmış bulunan askerlerin mevcudiyeti temelinde değerlendirilmesi gerekir. Ermeni Soykırımı'nı yöreye o gün egemen olan askeri ve siyasi atmosferden ayırarak ele aldığınız zaman gerçek suçluları gizlemek ve ilgisiz suçlulular peydahlamak kolaylaşır. Hafif silahlı güçleriyle birlikte düşünüldüğünde 1 milyon 200 bin civarında askerin varlığı önünde 'iki fırka Hamidiye' Ermeni Soykırımı'nın suçlusu olarak lanse edilebiliyorsa, suç sorumluluğunu asker sayısıyla oranlayarak üleştirmeleri meraklılarına salık verilebilir. Ancak bu da yetmeyecektir, Kek Mancel'in aktarısından da anlaşılacağı gibi soykırım yıllarında artık merkezi otoritenin emrine ve ordu hiyerarşisine bağlanmış Hamidiyelerin varlığı sözkonusudur.


2. Kürtlerin geçmiş olaylara kemalizmin gözlüğünden bakma mecburiyetleri yoktur.

O günün koşullarında Osmanlı'nın toplam nüfusu 14 milyon olarak hesaplanıyor. Ermenilerin Osmanlı içindeki varlığı yaklaşık 2 Milyon ermeniye tekabül ediyor. Kürtlerin soykırım gerçekleştirilen yörelerdeki nüfus toplamı ermenilerin nüfusundan daha kabarık değil. Kürtler 1915 yılında, 1496 yılından 1750 yılına kadar süren Celali direnmelerinin soykırımlarla bastırılması, 1820'lerden itibaren de mireliklerin tasfiye edilmesi sürecinde kesintisiz soykırımlar dönemini yeni "ikmal" etmiş durumdalar. Soykırımlar daha sonra da sürecektir, konuyla ilgili görünmese de kürtlerin 1915 öncesi ve sonrası sistemli yoketmelere maruz bırakıldıkları gerçeği atlanarak ermeni soykırımındaki konumları ve sorumlulukları sorgulanamaz.

İbrahim Paşa'nın "soykırıma katılmadığı halde talan yapmak zorunda kalması" tartışmalar esnasında foruma yansıdı. Zaman zaman 100 bin silahlı biraraya getirebilen Milan aşiretler konfederasyonunun lideri sahip olduğu silahlı güçlere rağmen tehdit altında boyun eğmek zorunda bırakılıyor. Talana katılma mazaretini açıklaması zaten durumun farkında olan büyük güçler tarafından kabul ediliyor.

Yörede toplam varlığı 4 milyon civarında seyreden iki mazlum halkın karşısına o günün modern ve ağır silahlarıyla donatılmış, alman kurmaylarınca yönetilen milyonluk ordu çıkarıldığı yetmezmiş gibi devletin paramiliter güçleri de atbaşı kol geziyor. Dahası, "herhangi bir çocuğun yaşamına dahi merhamet göstermeye yeltenecek sivil ve askeri kadroların cezalandırılacağına" dair emirnameler ortada. Kürtler, ensesine silah dayanmış bir vaziyette icbar olunuyor. Buna rağmen devlet kürtlerden istediği sonucu istihsal edemiyor. İki milyonluk bir kürt kitlesi düşününki sayısı 1 milyonu geçen modern bir ordunun işgali altında, "ya işbirliği-ya ölüm" denerekten üçüncü bir seçenek bırakılmaksızın tehdide baş eğdirilmek isteniyor. Bu durumda olan insanların çaresizliği, ilaveten karşısındaki güçlerin kararlı zorbalığı ve acımasızlığı değil, kürtlerin "çapulculuğu" tartışma konusu yapılıyor. Yüzeysel ve realitenin uzağında seyreden bir hafifliğin esas alınmakta olunduğu muhakkak.

Bu yaklaşımın imalı bir şekilde hedef aldığı kesim ise 1925 direnişçileridir. 1940'lara kadar uzanacak direnişler zincirine önderlik eden kadrolar arasından çapulcu aramaya koyulma çabalarını oldukça ilginç bulmaktayım. Çoğunun yaşamları darağaçlarında son bulmuş kürt direnişçileri arasında "alnı ak olan-olmayan" ayrımına gidilmesi, kürt soykırımlarında yaşamını kaybedenler için Komintern toplantısında "kemalizm dişlerini sarığın ve karnuvustanın boynuna geçirdi" diyen Türkiye delegesi Orhan'ın direnişlerde yer alanların katlini mazur gösterme hamaratlığıyla özdeşlik arzederken, kemalizmin kürt soykırımları karşısında aklanmak için uydurduğu gerekçelerle de tam bir uygunluk içerisindedir.


3. Bedirxan kürt mireleri içerisinde farklı bir yere sahip.

Kürt mireliklerinin Selahaddin Eyyubi döneminden başlayarak ermenileri vasal durumuna düşürmeleri ise ayrı bir konudur. Kürtler soykırımda sanıldığı mikyasta kirli olmamakla birlikte diğer konuda fazla temiz değil. İslamı kabul edişlerinden sonra ermenilere sağladıkları üstünlüğü hangi şekilde kullandıklarının tarihi, aynı zamanda ermenilerin kendi vatanlarında nasıl köleye indirildiklerinin tarihidir. 1915 Soykırımına gelinmeden önce yaklaşık yüzyıl boyunca kürt mirelikleri tasfiye edilmiştir. Ermenilerin maruz bulunduğu ağır reaya koşulları diğer bir yanıyla bu tasfiye hareketlerinde hangi yanılgı nedeniyle Osmanlı'nın yanında yer aldıklarını da açıklamaktadır. Ermenilerin yanılgısı, Osmanlı'nın kürtlerin dayattığından çok daha ağır vasallık koşullarını ülkesini işgal ettikleri her millete dayatmış olduğunu görememelerinde yatıyor. Rusların telkinleriyle bu yanılgıdan çabuk sıyrılmışlar ve ortamın elverişli olduğunu düşünürek milli bağımsızlık sağlamaya yönelmişlerdir. Kürt milliyetçiliğini ermeni milliyetçiliğinin tetiklediği bir tartışma konusu olsa da kürtlerin milli devlet kurma talebiyle ortaya çıkışlarına oranla ermenilerin önceliği var.

Bedirxan, Nizip savaşında İbrahim'in yanında değil karşısında Osmanlı tarafı olarak yer almış. Savaşa katılan Moltke anılarında bunu açıkça belirtiyor. Moltke daha sonra Cizirbotan Mireliği üzerine yürüyecektir. Askeri harekatın nedenleri arasında Bedirxan'ın Osmanlı'ya ihanet ettiği gibi bir gerekçe bulunmamaktadır. Tabi böyle oluşu Osmanlı-Alman ittifakının kürtlere yöneliminin daha anlaşılır nedenlerini görmemize yardımcı olmaktadır.

Bedirxan'ın bağımsızlık ilan eden, kendi adına top döktüren, para bastıran Soran Mireliği üzerine sürekli askeri saldırıda bulunması hadisesi vardır. Mir Mıhemed Revanduz, bu taciz hareketlerine karşılık Cizre'yi bir yıl müddetle işgal etmiştir.

Bedirxan'ın bunların dışında Said Beg ve Nurullah Beg üzerine yürümesi vardır.

Müküs Xanı olan Xan Mahmud ile iyi ilişkiler içerisinde olmadığı, aksine iki kez Müküs üzerine yürüdüğü Xan Mahmud'un kararlı karşı koyuşu nedeniyle başarılı olmadığının bilgileri, Xan Mahmud'un torunlarından olan Sinan Hakan'ın 2002 yılında Peri Yayınları tarafından yayınlanmış Müküs Kürt Mirleri Tarihi ve Han Mahmud isimli kitabında yer almaktadır.

Bedirxan'ın korumalarının 'êzdî' olduğuna dair Arşak Safrasyan'ın misyonerlere dayandırdığı notu ise pek tutarlı görülmüyor. Korumalarının ermenilerden oluştuğuna dair bilgiler var. Aynı dönemde asurilerle birlikte êzdîlere de kıyım uygulandığının bilgileri var. İlaveten Êzdan Şer'in Bedirxan'a bu tutumu nedeniyle tavır aldığı ve saf değiştirme nedeninin salt kendisine verilen Hakkari Kaymakamlığı olmadığı diğer kaynaklarda yazılı bilgiler arasında. Garo Sasonî de açık yazmamakla birlikte ipuçları veriyor.

Bütün bu bilgilerle araştırmalarım boyunca birçok kez karşılaştım. Kaynakları kuşkuyla karşılayarak kesin yargıda bulunmaktan kaçındım. Taaki Sinan Hakan'ın 2002 yılında yayınlanan kitabını 2005 yılında okuma imkanı buluncaya kadar. Bedirxan'ın Xan Mahmud'a da aynı şekilde yaklaştığını görünce onun başlangıçta Osmanlı adına hareket ettiği, istediği karşılığı bulamayınca ilişkilerinin bozulduğu kanısına vardım.

Bedirxan'a redif alayı komutanı olarak miralaylık verilmiş olması hatta bazı kaynaklara göre Nizip Savaşı sonrasında ise paşalık verildiği iddiaları benim kanaatimi değiştirmem için yeterli sebepti ama acele etmedim. Moltke Bedirhan'ın miralay rütbesi ile Nizip savaşına katıldığını, savaşın bitimine kadar karargahta bulunduğunu yazar. Paşalık iddiası ise Bedirxan'ın yaşayan torunları tarafından ortaya atılıp Almanya askeri yetkililerinden bilgi istemeye kadar varmıştır.

Bedirxan'ın direnişe geçmeden Osmanlı karşısındaki son idari-siyasi pozisyonu Cizre mutasarrıflığıdır. Bu durumda merkezi otoritenin egemenliğini kabul ederek onun bir aygıtı durumuna dönüşmüştür. Kendi mireliğinde Osmanlı adına vergi toplamaktadır. Osmanlı, Êzdan Şer'in babasına bunu kabul ettirememiş ve anlaşmaya varamamıştır. Bedirxan Osmanlı ile anlaşarak amcası olan Mir Seyfeddin'i (bazı kaynaklarda Mir Sudî) tasfiye etmiş ve Osmanlı'nın koşullarına uymuştur. Osmanlı önünde artık Mir Bedirxan değil Cizre mutasarrıfıdır. Êzdan'la bir diğer anlaşmazlıkları ise Bedirxan'ın üzerine yürüdüğü Hakkari Miri Said Beg'in Ezdan'ın dayısı oluşudur. Êzdan Şer, babasına, dayısına, nesturilere ve êzdîlere yapılan haksızlıklar ve kıyımların arasında kalmıştır.


4. Bedirxanîler değerlendirilirken..

Kuzey Kürdistan’da 19.yüzyılın sonu ve 20 yüzyılın başında Bedirxanilerin Kürd hareketinde el atmadığı hiç bir alan kalmamıştır

Bu cümle bana bugün PKK propagandası yapılırken PKK'nin nasıl takdim olunduğunu anımsattı. Geleceğin tarihçileri içerisinde de PKK'yi yukardaki ifedelerle tanımlayacak olanlar çıkabilir. Önemli olan hayranlıkla yada yandaşlık saikiyle yapılan tanımlar değil bu tanımların gerçeğe uygunluğudur.

Benzerlik sadece bununla kalmıyor. Öcalan'ın "anam türktür" demesini çağrıştıran bir tazda Bedirxanilerin kendilerini "Azizi" olarak Abbasilerin ardılları şeklinde tanımladıkları, arap soylu olduklarını iddia ettikleri gerçeği var. En tutarlı olanları bile "Herekol Azizan" mahlasını kullanırken aziziliği reddetmediklerinin kanıtlarını sunar.

Mikdat Mithat'ın ilk kürt gazetesini yayınlamış olmasını takdirle karşılıyorum. Kamran ve Celadet kardeşlerin kürt dili konusunda yaptığı çalışmaları değerli buluyorum.

Bedirxanilerin siyasi duruşlarını ise kürt siyasi geçmişinde sekter bir role indirgiyorum. Kürdistan Teali Cemiyeti'nin şartlar son decere müsait olmasına rağmen yaz yağmuru gibi kısa ömürlü olmasında Bedirxanilerin menfi tutumlarının ve ihtiraslarının rolü var. Azadi Cemiyeti'ne gidilmesi Bedirxanilerden duyulan bıkkınlığın sonucudur.

Mir Bedirxan'ın redif albaylığının yanısıra mutasarrıflığı ve mütesellimlik yapmışlığı var.

Prens Bedirxan Yıldız Sarayına Chambellan(mabeynci) olarak atandı..
Yine onun bir yeğeni olan Osman Paşa Bedirxan daha önce Emir Subayı(yaver) olarak görev almıştı


Eklenecek bir bilgi daha.. Emin Ali Bedirxan İstanbul Şehremini (Belediye başkanlığı) görevini yürütmüştü. O dönemde şehremin olanların seçimle değil atanma ile görevlendirildiklerini bilmekte yarar var.

Hiç kuşkusuz Bedirxaniler kürtlük için de çalıştılar. Ancak ömürlerinin büyük bölümünü Osmanlı olarak yaşadıkları, saray çevresinde arzı endam ettikleri, saltanat ile içli-dışlı oldukları gerçeğini kürtlerden saklamamakta yarar var.

Kürtlere geçen emeklerini saygıyla anar ve sahipleniriz. Ancak, kürtlere örnek siyasi kişilikler olarak lanse edilmelerine sıcak bakmamamız için yeterli nedenimiz var. Bu nedenleri onların ömür hasrettikleri mesailerinden edinmekte olduğumuz bir vakıadır.

Saltanatla sürekli flört halinde, saltanat nezdinde itibarı yüksek olduğu zaman itaatkar ve görevde, durum tersine döndüğü zaman kürtlerin arasında ayaklanma halinde. Sultanla birlikte iken ümmetçi, ayrı düşünce bağımsızlıkçı. Bu şekillenmenin ideal yurtseverliğe uygunluğunu, ahlaki pozisyonunu irdelemeye kalkışmadan, saltanatla işbirliği halinde Osmanlı kurumlarının Kürdistan'da yerleşmesine geçen hizmetlerini, devletin "doğuya taşınmasına" sarfettikleri mesaiyi dikkate almamız lazım geleceğini belirtmekle yetiniyorum. Osmanlı ile sürekli müzakerede bulunmaları sözkonusu. Müzakereciliklerini kürtler için aynı ölçüde işlettiklerinin bilgilerinden yoksunuz. Bunun yerine kürtlere silahlı yönelimle bastırmacılığı esas alan bir Mir Bedirxan var karşımızda. Torunlarının kürt siyasasında oynadığı siyasi roller de fek farklı değil. Aynı ikircikli söylem ve tavır günümüz PKK'sinde de var. Acaba PKK hangi mirası devraldı sorusunu istihza dışında algılıyor ve soruyorum. Osmanlı ile bir tek kez o da Mahmudê Bayezidî'nin telkinatı ile Erzurum'da görüşen, geri dönüşte kendisine refakat eden Osmanlı memurlarını öldürtüp yeniden direnişe geçen, Osmanlı ile hiçbir şekilde pazarlık kabul etmeyen, şahsi konumunu öne çıkarmayan Han Mahmud gibilerin varlığında Bedirxanîlerin pratiği pek olumlanacak bir pratik değil.

Eskiden şu yada bu siyasi hareketin bünyesinde politika yapan bizler gerek partilerimizin ve gerekse kendimizin şahsi yada siyasi yetmezliklerimiz sonucu savrularak exile mecbur kaldık. Mültecilikte çoğumuz "yazar, tarihçi, dilbilimci" olduk, dergi ve gazete yayıncısı olduk. Hiç birimiz Bedirxanların bizden önce yaptıklarını aşamadık. Bu anlamda saygı duymamız gerekirmi sorusu onların aşılamayışlarının bizlerin uçmasını henüz öğrenememiş ve gereğini kavrayamamış olmamızda karşılığını bulur. Doğru cevaplar, siyasetçilikten yazarlığa, dilbilimciliğe, tarihçiliğe, yayıncılığa savrulmanın ölçü olmamakla birlikte başarı sayılamayacağı gerçeğinde yatıyor. Bedirxanilerle birlikte bizlerin geçmişin muhasebesini yapmaktan kaçındığımızı ve yetersizliklerimizi onların çelişkili durumunu abartarak hatta yücelterek örtmeye çalıştığımızı düşünmekteyim. Oysa biribirimize çok benziyoruz ve kaybeden taraflar olarak özdeşliğimiz sözkonusu. Bizlerin bir tek şansımız var o da daha genç oluşumuz ve Kürdistan'da bize rağmen kararlı halk kitlelerinin varoluşu. Oysaki biz bu varoluştan bile kopuğuz. Sonumuzun Bedirxanilerin sonundan daha hüzün verici olması da ihtimal dahilindedir.

Kişiler yada siyasi gruplar değerlendirilirken menfi-müsbet yanlarının birlikte tartılması gerekiyor. Herhangi bir yazarın onlarla yakın dostluklarından edindiği intibalar kadar Bedirxanilerin pratikteki konumlarının da gözetilmesi gerektiğini düşünüyorum.

31 Aralık 2008






 

Hiç yorum yok :