Kenan Fani Doğan

Kenan Fani Doğan

01 Aralık 2013

Kürt aşiret ve yerleşme birimi isimleri ay ve güneş tapımını gösteriyor..


Zerdüşti tapınağı ile adırgah yada ateşgedeyi eşitleme hatasına sıklıkla düşüyoruz.
Bu iki inancın din adamları bile farklı sıfatlar taşırlar.
Zerdüşti rahiplere "muğbed" (grekler Magi diyorlar) denir.
Adırperestlerin rahiplerine ise ateşi harlayan, canlı tutan, bekleyen anlamında "herbend yada harbend" denir.

Deyr üz Zafaran'ın önceleri Zerdüşti tapınağı olduğu son dönem kürt "araştırmacılarının" bir yakıştırmasıdır. Tapınağın tavanındaki güneş ve yıldız sembolleri aksini söylerken Zerdüşt tapınağı olduğunu söyleyenler bir tek belge gösteremezler.

Amed'deki Ömer camii için hem Zerdüştilerin tapınağıdır deniyor hem de adırgahtır deniyor mesela. Bir tapınağı uzlaşmazlığa düşmüş iki ayrı inancın tapım mekanı olarak göstermek bariz bir çelişkidir.´Oysa Amed'de ermeni, süryani, müslüman kürt ve şemsileri ayrı ayrı tasnif eden ve isimlendiren sayımlar var. Yaklaşık 100 yıl öncesinde bile Amed'de şemsiler var.

Zerdüşt dininde ateşe ve güneşe saygı duyulması onları güneşe yada ateşe tapar yapmadığı gibi ateşperestleri yada şemsileri zerdüşti yapmıyor. Zerdüştilikte ateş ve güneşe hürmet edilmekle birlikte semavi dinlerde olduğu gibi göksel bir tanrı var ve bu tanrıya tapılıyor. Hadi sosyalistlerimizin iddia etmekten hoşlandıkları yanılgılarını bir anlığına kabul edip Zerdüşt dinini düalist bir inanç varsayalım ve Ehrimen'e de tapıldığını kabul edelim. Bu yanılsama islamın dayattığı bir yanılsamadır ve ezdilerin şeytana taptıkları karalamasından ilham almaktadır. Zerdüştilik özünde tek tanrılı bir dindir.

Kürdistan'daki şehir köy ve aşiret isimlerine bakınız. Bu konuda mabetler kadar önemli kanıtlar sunarlar;

Balalis şehir ismi ve Balalis'in iki büyük konfederasyonundan biri olan Kavalisi ışık tapımını ve oğul tanrıyı işaret eder.
Diğer konfederasyon Bilbasi'nin ismi de oğul tanrıyı ve erilliği işaret eder. Her iki konfederasyon aralarındaki sekt ayrılığını gidererek babayı kutsamada anlaşırlar. Bu nedenle Rozgi yada Rojkan olurlar.
Aynı şekilde Şemzinan yerleşme birimi ve aşiretleri şemsiliği işaret eder.
Mihran ismi açıkça Mitra tapımını gösterir.
Muş adı ay soylu oğul tanrı tapımını gösterir.
Terca(o)n ismi güneş soylu oğul tanrı tapımına delalettir. Urartu'nun güneş soylu oğul tanrısı Tarhund'un bizim dilimizle isimlendirilmesidir.
Balabethene ismi yine oğul tanrıyı işaret eder.
Canbulat ve Canbegan ismi de oğul tanrı inancıyla ilgilidir.
Tawz aşiretinin ismi güneşi gösteriyor.
Solax ismindeki sol germancada hala güneştir.
Soran konfederasyonu aynı şekilde kızılı, dolayısıyla güneş tapımını işaret eder. Sasani belgelerinde Suren olarak geçiyorki kurmancların sor olarak telaffuz ettiği sözcük zazakide sur olarak söylenir.
Dersim isminde yer alan Sim sözcüğü de tıpkı Muş gibi ana/ay soylu oğul tanrıyı işaret eder. Dersim inançlarında bugün bile varolan teslisin hangi eski inancı esas aldığını gösterir.
Hititlerde Pulun adıyla anılan ay soylu oğul tanrı önce İonlara onlardan Grek panteonuna geçtiğinde Apollon adını alır, baştaki olumsuzluk eki "A" soy değiştirdiğini, artık güneş soylu olarak tapım gördüğünü açıklar.
Tüm bunları görmezlikten gelemeyiz.
Kürt aşiretlerinin isimleri gibi yerleşme birimlerinin isimleri de Zerdüşt inancına tanıklık etmezler.

Ayrıca 11. yüzyılda tefsiren yazılmış Zend-i Avesta'nın bu dönemden önceki tarihi olaylara yer vermesini ve nakletmesini beklemek doğru değil. Esasen birden çok inancın yer aldığı ve dini marjinalleşmenin tarih boyunca var olduğu bir coğrafyayı inanç bağlamında tek renge boyamak, Zerdüşti inancını dominant olarak takdim etmek doğru değil. Veriler aksi istikamette.

***

Şem sözcüğü Şamaş'a kadar gidiyor. Asurca arapçadan daha eski. Türklerin Sumer dediklerinin yöresel adı Şamer. Bizde günlerin isimlendirilmesine bakınız hemen hepsi "şem" sözcüğünü içeriyor. Yine Şemzinan'a Şenbo da deniyor. Şemzinan mireleri Şenbo hükümdarları olarak anılıyorlar.
Çok ilginç bir şey daha var.
Zazaki de köye "dev" deniyor. Işık yada değil ama tanrısal bir kavram.
Aynı şekilde Ermenice'de köye "şin yada şên" deniyor.
Nasılki şehirlerin bir çoğu tapım gören tanrıya izafeten isimlendiriliyorsa köy toplulukları da dini cemaatlar olarak kümeleniyorlar. Açıkta kalanlar bir kaç evlik topluluktan ibaret kalıyor.

Kürtlerde Şemikan aşireti var, Mihranlar Zagrosların doğusuna ve Ermenistan'a kadar yayılırken Şemikanlar Zagros silsilesinin batısında ve Asur coğrafyasına yakın. Kürtlerde baba tanrı inancıyla birlikte oğul tanrı inancı var. İkisi aynı tarihi dönemde birlikte yer buluyorlar. Yine Zibariler, eski Anatolik baştanrı Zibartu'nun ismini taşıyorlar. Tanrının adı Bartu, Zi sözcüğü yüce anlamına geliyor, Zibartu; Yüce Bartu anlamında bir sıfat. Kral isimleri olarak karşımıza çıkan Partatua ve Bartatama isimleri bu tanrının ismiyle ilgilidir. Bu tanrı hep uyanık, uyuduğunda hayatın biteceğine inanılıyor. Zıbarmak deyimi hala uyumak yada ölmek anlamında kullanılmıyormu? Sadece Anatolia'nın batısında yok, Zibarilere bakıldığında Mezopotamia'ya kadar yayılmışlığı söz konusu.

Kassitlerin etnik ismine ilaveten bölge halkları tarafından izafe edilen Lulubi yada Hulubi şeklinde dini bir sıfatla anılmaları gerçeği var. Yine Amorriler baştanrıları Asur'a izafeten Asur ismiyle anılıyorlar. Babil sözcük olarak tanrı kapısı/dergahı anlamına geliyor, sadece bir şehrin değil aynı zamanda imparatorluğun adı. Yine Elam ismi dini bir isimlendirme. Bölgede şehirleri yada aşiretleri bırakınız, imparatorluk düzeyinde devlet kurmuş olan halklar bile inançları ve tanrılarıyla anılıyorlar. Hal böyleyken bölgede Hurri ile eşzamanlı devlet olan Subartoları (Subarru) görmezliktenmi gelmeliyiz?

Ege denizinin karşı kıyısındaki Sparta'dan batı Anatolia'daki İsparta'ya, oradan Subarto'ya, günümüz Mezopotamia Zibarilerine kadar Zibartu tapımının izleri var.

Zerdüşt dini aynı zamanda birden çok inancı bir tek inanç sisteminde birleştirme girişimidir. Umulan birleştirmeyi sağlamada yetersiz kalıyor, ayrılık giderilemiyor. Zend-i Avesta'nın yeniden yazılması 3 yüzyıl bu anlaşmazlıklar nedeniyle sürüncemede kalıyor. Anlaşamayanlar herbendler ile muğbedler, diğer bir deyişle zerdüşti dominant inanç yanlılarıyla ateşperestler anlaşamıyorlar.

Partlar zerdüşti değil, zerdüştiliğin devlet dini olarak benimsenmesi ve imparatorluğu oluşturan halklara kabul ettirilmek istenmesi Sasaniler döneminde. Sonunda ortaya bir kitap çıkıyor ama Sasaniler tarih sahnesinden siliniyorlar. İskender döneminde olduğu gibi islam istilası döneminde de kitaplar yakılıyor. Ancakki 5 yüz yıl sonra yeniden derlenip yazılabiliyor.

Mitanni-Hitit antlaşmasını havi bir belgede Uruuanassel (Zervan/Varuna), Mitrassil (Mithra) ve İndra'nın isimleri geçiyor. Bunlar dönemin en büyük tanrıları ve ortada bir teslis var. Zerdüştten 7 yüzyıl önce imparatorlukların başat inancı durumunda. Kassit'i, Guti'yi, Keti'yi, Mitanni'yi, Azzi'yi, Subarru'yu, Kardukh'u İran'dan getirmezsek Zagrosların batısında aramamız gerekecektir. Bu coğrafyada etkin olan inançlar bunlar. Güney'e inildiğinde yeniden eskiye doğru Asur, Babil, Sumer inançları var, saydığım tanrıların karşılıklarını yada benzerlerini bu halkların mitolojilerinde bulmak mümkün.

İslamiyet gerek yahudilikten gerekse zerdüştilikten bir çok kutsal motifi çalarak, olumlu yada olumsuz anlamlar yüklemek suretiyle bünyesine uydurmuştur. Buna bakarak islamiyetin yahudilik yada zerdüştilik olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz. Zerdüştilik de aynısını yapıyor, Mevlana ve Hacı Bektaş'ın şaraba, saza ve dansa izin vererek hristiyanlara şirin gözükmesi gibi yada islamiyetin diğer dinlere şirin gösterilmek istenmesi gibi kendinden önceki dinlerin kutsal kavramlarını çalıyor ve inanç sistemine monte ediyor. Bu kavramların varlığına bakarak şemsiliğin yada mitracılığın zerdüştilikten türediğini söylemek yanlış olur. Tam tersi doğrudur, bu dinler Zerdüşt dininden önce de vardı ve zerdüştiliği kabullenmeyenler inançlarını koruyarak zerdüştiliğe mesafeli kaldılar diyebiliriz.

Zervan, Avestik inançta büyük tasarımcı, yaratıcı ama tek tanrı Ahura Mazda, dolayısıyla Hurmuzd yada Hermezd'den 7 yüzyıl önce Dicle-Fırat boylarında ve Halys(Kızılmırmak) yayı içerisinde baş tanrı. İran'da o dönemde hint-avrupalı dil konuşan herhangi bir topluluk yok, İran dravidi bir dil konuşuyor ve Elam egemenliğinde. Biz tanrıları ve inançları niye sürekli İran'dan getiriyoruzki?

Zerdüşt'ten 7 yüzyıl önce varolan Zerdüşt'ten 7 yüzyıl sonra da var ve gerek şehir gerekse aşiret isimlerinde hala yaşıyor.

Zazalar, Celali ayaklanmaları döneminde 250 yıl boyunca soykırımlara maruz kalmasaydılar bugün kürtlerin yarısını oluştururlardı ve kürtlerin belki de yarısından fazlası bugün tanrıya Homa diyor olurdu. Bizim Allahımız Zend-i Avesta'da kutsal içecekmiş ve tören esrüklüğüne yararmış diyorlar, negam..









 

08 Ekim 2013

Kirimana, Kirman, Kirmaşan, Kirmanşahr, Akkerman, Kerkuk...


Bahdinan kürtleri kurmanci lehçesini biraz değişik şiveyle konuşurlar ve şiveleri kurmancinin diğer şivelerine göre daha arıdır. Hem kurd sözcüğünü hem de lehçe için kullandıkları kurmanci sözcüğünü telaffuz ederken "U" seslisi yerine "I"ya yaklaştıran sesle kırd ve kırmonci olarak söylerler.

Kürdistan fedakarı bir kardeşimiz bir dönemler bilgisayar tamir eden bir dükkan çalıştırıyordu, Bahdinanlı yaşlı bir kürt ziyaretine gelmişti, doğal olarak kurmanci konuştuk. Gittikten sonra bu zat çok temiz bir kürtçe konuşuyor dedim. Kırdiston, kırmonc ve kırd derken "U"ları yutmasını ve U ile I arası bir sesle telaffuz etmesini örnek gösterdim. Bildiğiniz gibi Bahdinan aşiretlerinin bugünkü Kırım'da Budin, Barzan, Sındi bakiyeleri bulunuyor, bu aşiretlerin milat öncesi ve milattan sonra 4. yüzyıla kadar varlıklarına o dönemin coğrafyacıları da tanıklık ediyor. Eski yerleşme birimlerinin isimleri uyuşuyor, bugünkü Kırım'la Kürdistan'da aynı ismi taşıyan şehirler var. O dönemde Kırım'ın adı Kirimana ve yine o dönemlerde Az (Azak) denizi denen denizi Karadeniz'den ayıran boğazın adı Kert boğazı, günümüzde Kerç boğazı deniyor. Sind, Budin ve Barzan'lıların hemen güneyinde Az ve Solakha devleti yer alıyor. Kürdistan'da Cebaxçor yöresinde yaşayan Az ve Solakhon aşiretleri ise günümüzde bile en eski kürt lehçesi sayılan kird(ki) lehçesiyle konuşuyorlar.

Başkırdistan özerk cumhuriyetinin yetkilileri Güney Kürdistan'ı ziyaretlerinde kendi halklarının soy olarak kürtlerden geldiklerini ve kendi cumhuriyetlerinde Barzan aşiretinin olduğunu açıklamışlardı. Bu beyanatları kürt ve türk basınında yer aldı.

Azzilerin varlığına Hitit kaynakları da tanıklık ediyor ve Hitit belgelerinde Erzincan da dahil olmak üzere Erzincan güneyine lokalize ediliyorlar. Cebaxçor'un bilinen en eski adı Azdianene'dir, Bizans idari haritalarında yörenin adı böyle veriliyor. Azdianene adı Azlıların ülkesi anlamına geliyor. Kiğı da Azakpert yöresi ve kalesi var.

Kirimana yalnız günümüz Kırım'ıyla sınırlı değil. Orta İran'daki Sakastan (Sakawana) devletinin başkenti Kirman şehridir ve bugün bir eyalettir. Ayrıca batıda ikinci bir Kirmaşan vardır bu şehre Kirmanşahr da deniliyor. Dördüncü bir Kirman şehri ise Donau (Tuna) nehrinin denize döküldüğü yerde kurulmuş olan, iskitlerin Karadeniz ticaretinde önemli bir şehri durumundaki Akkerman'dır. Herodot'da dahil olmak üzere grek tarihçileri ve coğrafyacıları Donau'nun kuzeyine iskit ülkesi diyorlar. Darius'un İskit ülkesine Trakya ve Balkan üzerinden saldırdığı ve Donau'nun kuzeyine geçmek çin köprü kurdurduğu, ordusunun hezimete uğrayarak geri çekildiği birçok kaynakta var.

İskitler Med'lerden önce İran coğrafyasını baştan başa ele geçiriyor ve imparatorluk kuruyorlar. Med'ler bu imparatorluğu yeniden kurmuyor, sadece konfederatif yapının prenslerini sukiastla ortadan kaldırarak kendilerinin de mensubu olduğu ancak merkezi otorite ile ihtilaflı oldukları imparatorluğun yönetimini ele geçiriyorlar. Pers'lerin yaptığı da aynı şeydir, üstelik bu kez torun Kiros dedesi Astiyages'e karşı darbe ile yönetimi ele geçiriyor ama imparatorluk yine aynı konumuyla muhafaza ediliyor. İskitler her iki darbeye de boyun eğmiyor, merkezi otoritenin egemenliğini tanımıyorlar. Bu dönemde Hazar'ın batısına Anatolia ve Kırım olmak üzere iki koldan göçediyorlar, diğer bir göç de yoğunluklu olarak Xorasan'ın kuzey kısımlarına ve Xwarizm'e yönleniyor. Zerdüşti olmayıp ışık tapımını benimseyen iskitlerin bu coğrafyada toplanması nedeniyle Xorasan ve Xwarizm'in yer aldığı coğrafyaya "Turan Ülkesi" de deniyor.

Mitanniler, Hurri'nin başkenti Nuzi (bugünkü Kerkuk'un 13 km. güneybatısında) şehrini ele geçirerek kendi devletlerini ilan ettiler. Yeni başkentlerini 13 kilometre daha kuzeye kurdular. Dikkat ediniz, "Kerkuk" isimi de o günün fonetiğiyle uyumlu, Kerç ve Kertle aynı sesliyi içeriyor, "Kirkuk da deniliyor ama Kurkuk" denmiyor. Mitanniler daha sonra imparatorluk döneminde Vaşuganni şehrini kurarak başkentlerini daha da yukarıya, güvenli alana taşıdılar. Herkes ünlü Kerkuk şehrini bilir ama tarihinden ve niçin bu ismi taşıdığından haberi olan hemen hemen yok gibidir. Mitanni bahsine değinirken bu devletin ilk ve kurucu kralının Kirta ismi taşıdığını belirtmekte yarar var.

M.Ö. 13. yüzyılda Mitanni'nin zayıflaması ve 14. yüzyılda tasfiyesiyle eşzamanlı olarak Kassitlerin Babil hakimiyetine de son veriliyor, akraba aşiret toplulukları Kaspian denizinin batısına, Kırım'ı da çevreleyecek şekilde kuzeye göç ediyorlar orada egemenlik kuruyorlar.

Bugünkü kurd formunun başlangıçta kird olduğuna bir iskit lehçesi konuşan zaza aşiretlerinin hala kird demeleriyle birlikte kürtlerin yayıldığı coğrafya ile birebir çakışan şehir isimleri de tanıklık ediyor. Hurri, Asur ve Pers dillerinin etkileriyle bugünkü I-U arası bir form da gözlenebilmekte, yazımda standardizasyonun da katkısıyla giderek kurd formu yaygınlık kazanacaktır. Bu evrilmeye Sami dil etkisinin dominant hale gelmesi de denebilir. Zira yafetik bir dil olan hurrice ve ardılı diller kürt sözcüğünü kert şeklinde telaffuz ederken, hint avrupalı dil olan pers dili ve ardıllarında sözcüğün telaffuzu  kord haline dönüşüyor. Telaffuz farklılıkları bu farklı dillerin etkisinin sonucudur. Zaten dilbiliminde de kabul görerek kural halini alan görüş her lehçenin altında farklı bir dilin yattığı, dolayısıyla her lehçenin farklı bir dille karşılaşma ve karışma sonucu oluştuğu görüşüdür.









 

30 Eylül 2013

Etimolojik analizde yöntem sorunu üzerine..


Etimolojik teşhis konmak istendiğinde bölgede yaygın olan inançlar ve bu inançlarla belirlenen kelime türetme ve isimlendirme itiyadı gözardı edilirse ilgili toplulukların sözcük üretme mantığını yönlendiren dini ve felsefi altyapı dışlanmış olur. Dolayısıyla ne ilgili dilin ne de halkın isimlendirme kuralları gözetilmemiş olunur.

Ay tapımından güneş tapımına geçildikçe yada ay tapımını benimseyen toplulukların daha önceki inançları güneş tapımı olduğunda, feminin isimlendirmeden maskülin isme ve sıfatlara evriliş bu inanç değişimiyle aynı merhaleleri izliyor ve değişime tanıklık ediyor.

Bu değişimi en iyi Şenbo adının süreç içerisinde Şemzinan ve daha sonra Şemdinan'a evrilmesinde izleyebiliyoruz. Rojkan (Roziki) konfederasyonunun kurulması, güneş tapımında ittifak edilerek birleşildiğini kanıtlayan ayrı bir örnektir. Bahse konu konfederasyonu oluşturan 24 aşiretin isimlerinin tek tek incelenmesi hangi aşiretlerin bir önceki dönemde ay tapımına yada ay soylu oğul tanrıya sahip olduklarını, hangilerinin güneşe yada güneş soylu oğul tanrıya tapındıklarını gösterecek deliller içermektedir.

***

Hint avrupalı dillerde iki sesli yanyana geldiğinde birinin düşmesi gibi iki konsonant yanyana geldiğinde de biri düşer yada hafifçe teleffuz edilir. Genelde öndeki düşmektedir, bazı hallerde sondaki ünsüz düşer. Hangi ünsüzün düşeceği ilgili dilin fonetiği tarafından belirlenir. Bu kural istisnasız tüm hint-avrupalı dilleri kapsar ki bir de ismi vardır, sentax kuralı deniyor.

Her kelime seslerden oluşur, kelimeler ise olguları tanımlamaya ve ifade etmeye yarar. Bir dil ne kadar çok kelime içeriyor ve bir kelime ne kadar ayrıntıyı ifade edebiliyor, dolayısıyla çeşitlenebiliyorsa o kadar zengindir demektir. Biz sözcüğe eklenen yada eksiltilen sesler anlama tesir ettiği ölçüde daha çok ayrıntıyı ifade eder. Bir dilin zenginliği olgudaki en küçük detaya varıncaya kadar ifade edebilme yetisiyle doğru orantılıdır.

Dil iletişimin temel öğesi olduğuna göre edebi, felsefi, teknolojik hasılı bilimsel bilginin ifadesi ve anlaşılması dille sıkı-sıkıya ilişkili ve dile muhtaçtır. Bir dilin köken araştırması dahi dildeki nüanslarda, tınılarda saklıdır. Bunları ihmal ederek yada yok sayarak filolojik, etimolojk, dolayısıyla tarihi araştırma yada tesbitler yapmakta bile zorlukla karşılaşılır.

Misalen "çor" su anlamında bir sözcüktür. Memleketimizin özgün iki ismi de bu kök sözcükten türetilmiştir. Hititçesi "Cebaxçor" şeklinde bileşik bir isimdir; suların birleştiği yer anlamına gelmektedir. "Çolig" formu ise, sulak yer anlamına gelen "Çorlig"den dönüşerek bugünkü halini almıştır. 'R' ünsüzünün düşmesiyle Çolig şekline telaffuz edilmektedir. Bir kelimeden hatta bir sesten hareketle bir coğrafyanın tarihi geçmişi ve o coğrafyada yaşamış halkların kimliği, bugün yörede yaşayan halkın eski dönemde yaşayanlarla yakınlığı ve uzaklığı hesap edilebilir. Ancak sözcüğü "Çe" ile başlatıp kasıtla Çevlik-Çewlik şeklinde yazdığınızda Çe yada Çew sözcüklerine anlam veremez, yörenin diliyle-kültürüyle bağdaştıramaz, yöre isimlerine etkiyen coğrafi özelliklerle ilişkilendiremez, kirdkinin terkibinde bulunan en eski hint-avrupalı dillerin su anlamına gelen sözcükleriyle ilgisini kuramazsınız. Dil bir yandan ifade aracıyken diğer yandan tarihi ve kültürel ilişkilerin tanığıdır. Tanıksız tarih olmaz dediğimizde bir sesin değiştirilmesinin yol açacağı kargaşayı sanırım daha iyi anlamış olacağız. Her ses bir tanıktır, tanığı öldürerek bilimsel yargıya varmak olanaksızdır.

Etimoloji tarihin yardımcı dalı olarak sözcükleri ve kökenlerini konu edindiğine göre bugün yöre halkının kullandığı özgün şiveyi yada lehçeyi standardizasyon adına tahrif edenler sadece dili tahrif etmekle kalmazlar, dil dışındaki değerlerin erozyonuna ve anlaşılmazlığına da yol açarlar. Salt dil açısından bakıldığında neden oldukları ifade ve iletişim yetmezliği de cabası.

Bilimsel yöntem kabataslak daraltmayı değil genişletmeyi ve detaylandırmayı temel alır, en küçüğüne ve önemsiz gözükenine kadar detayları izah eder.

İslam Ansiklopedisi'nin Barmaki bahsine bakarsanız orada Bağdat şehrini kuranların Barmakiler olduğunu görürsünüz. Şerefname'de Barmakilerin (bazı kaynaklarda Bermeki şeklinde yazılıdır) Ginc mireliğini de kurdukları yazılıdır. Çoğu yabancı tarih yazarları zazaların farkında olmadıkları için Barmakilerin dili olan zazaki'ye bakarak onlara fars demişlerdir. Barmakiler, kürtlerin Süveydi aşiret konfederasyonunun yönetici ailesidir. Kendileri gibi kürt olan Ebu Müslim Horasani ile birlikte büyük toplulukları kendilerine katarak Emevilerin yıkılmasında rol aldılar ve Abbasi devletinin hizmetinde çalıştılar. Barmaki'ler, Abbasilerde halifenin mührünü taşıyan, halife adına karar veren başvezir konumundaydılar. Ebu Müslim isminden de anlaşılacağı gibi Horasan'dan göçederken (Miladi 700 yıllarının başı), Süveydi toplulukları ve Barmakiler bugünkü Afganistan'ın kuzey batısında yer alan Belh şehri ve yakınlarından göçettiler. Türklerin işgal ve yağmaları önünde zayıf düşmeleri sonucunda yaşadıkları yerleri bıraktılar. Horasan ve Belh birbirine yakındır. Bugün bile Afganistan'ın Herat ve İran'ın Horasan mıntıkalarında önemsenecek sayıda kürt yaşamaktadır. Bir kısım kürtte güneye, Pakistan'a göçetmiştir. Bugün Vaziristan bölgesinde aşiretler halinde yaşamaktadırlar. Katledilen Pakistanlı Benazir Butto'un annesi bu Vaziristan kürtlerindendir. Bu saydığım yörelerde eskiden beri kürtlerin mevcudiyeti kürtlerin önceki tarihlerde yayılma alanlarına ve ne kadar geniş bir coğrafyayı kontrol ettiklerine ışık tutmaktadır. Kürtlerin yayılma alanları Part imparatorluğunun sınırlarıyla uyum göstermektedir. Partlar kürttür ve yönetici aileleri (hanedanları) zazadırlar. Zazacaya 'saray dili' denmesinin nedeni budur.

Partların önemli aşiretlerinden Mihranlar, Suranlar, Karanlar hala kürtler içinde yaşayan ve kürtçe konuşan kürt aşiretleridirler.

Part soylu Barmakiler, eskiden bugünkü Hatay ve Siverek'i de kapsayacak şekilde büyük şehirlerde oturuyorlardı. Greklerin Seleukid devleti tarafından 'Seleucia Pieria' adıyla isimlendirilen ve o zamanlar büyük bir liman kenti olan kasabayı Süveydiler 'Çevlik' (doğrusu Çolig) olarak isimlendiriyorlardı. Çolig, part dilinde su kıyısı anlamına gelir. Samandağ ilçesinde de tıpkı Bingöl'de olduğu gibi Süveydi-Çolig isimlerinin yanyana bulunması çok ilginç değilmi?

Daha ilginç olanı Samandağ ilçesinin eski adının Süveydiye olmasıdır ki Süveydilerin varlığını kesin bir şekilde kanıtlıyor. Osmanlı döneminde Samandağ adlı bir yerleşme birimi yoktu. Osmanlı idari birimleri içerisinde Süveydiye vardı ve Hatay'ın büyük bir kısmını kapsayacak şekilde yöreye Süveydiye denmekteydi. Samandağ ismi de türkçe 'saman' sözcüğünden türetilmemiştir. Yöredeki bir dağa orada yaşayan toplulukların etnik aidiyetine izafeten 'Sam soyundan gelenler' anlamında verilmiştir. Sam, Zaloğlu Rüstem'in dedesinin adıdır. Zal nasılki Rüstem'in babasıysa, Sam da Zal'ın babasıdır. İrani dillerde bu arada kürtçede 'an' eki çoğul ekidir, zazakide bükülerek 'on' şekline de bürünür. Bunun dışındaki kürt lehçelerinde 'an' eki çoğul ekidir.

Siverek'in eski adı da 'Kela (kal'a, kale) Sveda'dır. Sved Kalesi anlamına gelir. Arap ve türk tarihçileri 'Sveda' sözcüğünü arapça 'esved' yani siyah anlamına gelen sözcükten türetmeye çalışırlar. Sveda'nın esvedle benzerlik dışında bir bağı yoktur. Nasılki Hatay zazaları bugün hala Samandağ'da aşiretler halinde yaşıyorlarsa, Siverek zazaları da eski adı Sveda olan topraklarında binlerce yıldır yaşamaktadırlar. Abbasiler döneminde büyük hizmetler gördükten sonra soykırıma uğratılan zazaların dini/siyasi zıtlaşmalar nedeni Dersim ve Cebaxçor yöreleriyle birlikte Diyarbakır Kuzeyindeki dağlık alanlara çekilmeleri sonucu geride bazı aşiretler bıraktılar. Hatay ve Siverek zazaları o gün yörede kalanların torunlarıdır.

Barmakileri farslara mensup göstermek, Süveyda ismini Samandağ'la kapatmaya çalışmak, Sveda'ya arapça esved yakıştırması tarihimizin inkar çabalarının sadece bir bölümüdür.

Bağdat, islamiyetin ilk yıllarında yoktu. İ.S. 762 yılında tamamlanarak Abbasilere başkent yapıldı. Bağdat şehrini kuranlar Barmakilerdir. Bağdat, eski Babil harabelerine 20 km. uzaklıkta kuruldu. Bağdat'a yine 20 kilometre uzaklıkta olan bir başka yıkıntı şehir de Part'ların başkenti Medain'dir. Araplar bu şehre Tak-ı Kisra diyorlardı, Saddam döneminde adı Selman-ı Pak olarak değiştirildi. Tıpkı Türkiye'de yapıldığı gibi İran ve Irak'ta da kürtlerin kurdukları şehirler, adı kürtçe olan yerleşme birimleri son dönemlerde farklı isimlerle gizlenmeye ve kürtlerin varlığı unutturulmaya çalışılıyor.

***

Palandöken: Balath, Bala, Pala sıfatlarıyla da bilinen ışık ve oğul tanrı (Homa) tapımının dokanları (rahipleri, uluları).
Kalan: Yaşlılar, pirler.
Tercon: Araplar tarafından küçümsenip aşağılanmış, bu nedenle Kuran'a Deccal (kürt-islam telaffuzu Tercal) şeklinde geçirilmiş, eski dönemin Hitit ve Mitanni'de tapım görmüş Urartu oğul ve savaş tanrısı Tarqun (Tarhund). Apollon'un prototipi.
Munzur: Dört ulu babadan biri. Sondaki Zur sözcüğü, bugün Şehrizor olarak "büyük şehir"e evrilerek telaffuz edilen ama eski kaynaklarda "Şehr-i Zur" şeklinde yazılan, yüce şehir, kutlu şehir anlamındaki isimde yer alan Zur'la aynı Zur'dur. Mun; mayîn olarak anlaşılmalıdır. Ana tanrıçanın kutsiyetine atıfta bulunulmuştur.
Palu: Balabethene, tanrı Balath'a (Homa'ya, Mitra'ya) adanmış, onun adıyla vaftiz edilmiş, kutsanmış şehir.
Bitlis: Bala-Lis, Lis'in oğluna, yiğidine, balasına adanmış, oğul tanrı inancıyla kutsanmış şehir.
Ziata (Xarpet'in ilk adı): Ulu baba anlamında.
Enzit: Zi efendinin, egemenin, yani ulu efendinin şehri
Aşmişat (Arsamosata): Ay (şehri) krallığı.
Arsinia(s) - Arçuni: Soylu ay, soylu ırmak, Mırad. (Sin=Ay, Çuni=Irmak)
Dêrsîm: Gümüş tapınak.

Dersim adı Bizans kaynaklarında "Akkilisene" olarak veriliyor. Tam da tapınak anlamında. Sim; bildiğiniz gibi gümüştür ve anatanrıçanın sembolü olan metaldir, ayrıca ay tapımını ve oğul tanrı tapımını sembolize eder. Güneş ve altın ise baba tanrıyı ve patriarkal sosyal örgütlenmeyi işaret eder. Oğlul tanrı inancında tapım gören savaşçı oğulu gümüş ve ayla simgeleyen bütün tapım şekilleri anatanrıça tapımından evrilmiştir. Apollon ve Tarqun tapımları ise baba güneşten evrilerek güneşsoylu oğula intikal şeklinde anlaşılmalıdır. Oğul tanrının güneş yada ay soylu olması bir önceki dönemde hangi inancın dominant olduğunu belgelemektedir.









 

08 Temmuz 2013

Murat kuzeyinde ezdi varlığının izlerine dair gözlemlerim..


Ezdilerin eski döenmlerde kendilerini tanımlamada kullandıkları Dasani-dasaneyo isimlendirmesi bir aşiret konfederasyonu ile ilgilidir. Bahse konu aşiret konfederasyonunun zaza aşiretlerinin bir kısmını kapsadığı açıkça ortada. Dersim aşiretlerinin genel adı da Dusiki'dir, iki isimlendirme oldukça uyumlu, ezdiler arasında Dımıli aşiretinin varlığı ise kuşkuya yer bırakmıyor.

Boglon yöresindeki Şerefdin dağının varlığından haberdarsınız. Bazı kaynaklarda bu dağın ezdilere yurt olduğu ve şiddetli bir savaş sonucu Osmanlı'yı yenilgiye uğrattıktan sonra başka gailelere maruz kalmamak için yöreyi terkettiklerini daha önce okumuştum. Hatta bu dağa savaşı müteakiben Şerefdin dağı denildiği de yazılıydı. Dağın isim babaları ezdiler oluyorlar. Şu anda kaynağını hatırlayamıyorum.

Yine Cebaxçor'un Boglon yöresinde yaşayan Omeron, Suelaxon ve Tavz aşiretlerinin islamlığı çok sonraki dönemlerde kabul ettikleri bilgileri yörede yaygın. Bölge aşiretlerinden yöreyi terkedip topluca İran'a göçen Pazuki'lerin "sapık inançları" nedeniyle takibata uğramaları sonucu göçetmek zorunda kaldıklarına dair Şerefname'de bilgiler var.

Kendi gözlemim olarak söylüyorum, kurmanciyi hiç bilmediğim dönemlerde ezdilerin konuştuğu şiveyi zazakinin yardımıyla anlayabiliyordum. Konuştukları kurmancinin diğer şivelere göre daha çok zazaki sözcük içermesine ilaveten foneteği de zazakiye yakındı. İlk bu yakınlıktan işkillenerek konuya hep ilgiyle yaklaştım.

Dasa sözcüğü, on sayısını ifade eden Avestik sözcüktür. Aşir (aşra) sözcüğü de arapçada aynı anlama geliyor. Zazalar, albanlar, sırplar, kroatlar on'a kendi dillerinde hala des diyen topluluklardır.

***

Bir inancın farklı aşiretlerden bireyleri yada farklı lehçeler konuşan toplulukları bünyesinde toplaması son derece doğal hatta kaçınılmaz. Ezdiliğin de iltihaka karşı katı kuralları olmakla birlikte sonuçta yahudilikten farklı bir inanç.

Zaza aşiretlerinden bazılarının eski inançlarından çok yakın bir dönemde döndüğüne dair başka emareler ve sözlü anlatımlar da var. 1925 direnişinin önemli liderlerinden cephe komutanı Şeyh Şerif'in annesi Pali yöresinde yaşayan Xeylon aşiretine mensuptur. Aşiret töresi gereği bu aşiret Şeyh Şerif'in dayıları sayılmaktır. Şeyh Şerif bahse konu aşiretin kendi sağlığında bile islamiyeti tümüyle kabul etmemiş olmasını prestij sorunu yaparak aşiret mensuplarına telkin ve ricayla ancakki namaz kılmayı kabul ettirebilmiştir. Bunun günümüzde hala esprili bir şekilde anlatılan hikayesi vardır. Nakledildiğine göre Xeylon aşireti mensuplarının namaz kılmayı kabul etmeleri pazarlıkla olmuştur; Şeyh Şerif, 5 vakit namazı fazla görerek "o kadar zamanımız yok" diyen Xeylonlulara "sadece 3 vakit namaz kılmalarının yeterli sayılacağını" söyleyerek ikna etmiş ve uzlaşı sağlamıştır. Xeylonların 5 vakit namaz yerine 3 vakit kıldığını duyan çevre sakinleri Şeyh Şerif'e sitem ederek "böyle müslümanlık olamayacağı" itirazı yükseltmişlerdir. Buna karşılık Şeyh Şerif "ben onlara islamiyeti ancakki 3 vakit namaz kılmaları koşuluyla kabul ettirdim, siz de gidin şayet başabarabilirseniz 5'e yükseltin" demiştir.

Bu yaşanmış hikayeyi yaşlılarımıza ilaveten şeyh Şerif'in kardeşi Şeyh Hüseyin'in torunlarından da dinlemiş ve kendilerine teyid ettirmişimdir.

Düşününüz, Şeyh Şerif 1925 yılında şehadete ulaştı. Şehadeti esnasında 70'li yaşlarda olduğunu hesaba katarsak zaza aşiretlerinden bir kısmının müslümanlığa çok yakın bir dönemde geçtiğini kabul etmemiz gerekecektir. Ancak bir husustan hala emin olamadığım için temkinli davranmayı seçiyorum. Bizim yöremizdeki aşiretlerin tümünün ezdiliktenmi yoksa Homa tapımı da denen Mitracılıktan mı islamiyete geçtiklerine dair detaylı ve muhkem bilgiler edinemedim. Sadece şu kadarını söyleyebilirim; bizim yöremizde Homa tapımına ilaveten ezdiliğin de izleri var. Aynı izleri zaza aşiretlerinde olduğu kadar bugünkü ezdi topluluğu içinde de sürmek mümkün.

***

Şerefdin dağı savaşına değinilen paragraf yukarıya aktardığım gibiydi ve tarih verilmemişti. Herhangi bir tarih verilmesi durumunda ilgili dönemi tarayarak bilgileri genişletebilirdim. Dini marjinalleşme sonucu dahil oldukları aşiretlerin bünyesinden koparak diğer kürt topluluklarına iltihak eden kürt aşiretlerine ilaveten kürtlükten koparak dağılan, diğer halklar içerisinde zorunlu bir özümsemeye uğrayan kürt topluluklarını izlemek sonuçta kürtlerin tarihi geçmişlerini tüm safhalarıyla açıklayabilmemiz imkanı yaratır. Özellikle kürtlerde yerleşik bir inancın kürtlerin farklı lehçe ve aşiretlerden topluluklarını bünyesinde toplayacağı ve toplaması gerektiği nazariyesi tutarlı olduğu kadar doğru. Tarih araştırmalarımıza bu ön bilgiyi esas aldığımızda tarihimizi çok daha doğru ve belki en doğru şekilde detaylandırma, gün ışığına çıkarma şansı edineceğimizi rahatlıkla söyleyebilecek durumdayım.

Cebaxcor yöresi ve Murat vadisinde yerleşik, (alevilik dışındaki) eski inançlarında sübut etmiş kürtlere karşı Osmanlı tarafından din gerekçe gösterilerek büyük askeri operasyonlar yapıldığının sarih bilgileri var. Her biri soykırım ve tehcir sonucu yaratmış kapsamlı tecavüzleri üç dönemde toplamak mümkün.

Birincisini "sapık" inançları bahane edilerek takibata uğratıldığı için geriye bir tek ferdi kalmamacasına göçetmek zorunda kalan Pazuki aşiret topluluklarının durumundan biliyoruz. Pazukilerin, konfederasyon mireleri Niyaz Beg'in öncülüğünde yöreyi terketmeleri Osmanlı-Safevi arasında iki yıl süren Nahcivan savaşıyla aynı dönemde gerçekleşiyor. Bu göçü 1552-54 yılları arasına oturtmamız mümkün.

İkinci büyük soykırım ve tehcir dalgasında ise Şerefnamade de kısmen değinildiği gibi Abdal Han'a savaş ilanına "sapık" inançlar bahane ediliyor ve hadise Melek Ahmet Paşa'nın Diyarbakır valiliği döneminde gerçekleşiyor. Bu saldırı dalgasını 1650'li yıllara yerleştirebiliriz.

Açıkça isim ve tarih verilerek yapılan bir diğer saldırı ise kürtlerin merkezi otoriteye bağlanması, diğer bir deyişle kısmi federatif kürt yönetimlerinin tasfiye edilerek Kürdistan'ın tümden sömürgeleştirilmesi döneminin hemen başında 1823 yıllarında gerçekleştiriliyor. Ginc zazalarını cezalandırmak adı altında Reşit Paşa komutasında gerçekleştirilen bu genel saldırı bilahare Bitlis, Hakkari, Bohtan, Soran emaretlerini tasfiye edecek en büyük saldırı ve soykırımların başlangıcı sayılabilecek ilk işgal ve katliam harekatıdır. Reşit Paşa'nın ölümü üzerine Hafız Paşa tarafından, gerçeğinde ise alman subayı Helmut von Moltke tarafından yönetilen en bu büyük kürt kırımı sonucunda geriye bir tek kürt yönetimi bırakılmamıştır.

Bu üçüncü dalga esanasında ezdilerin Reşit ve Hafız paşalara ilaveten "kürt" miresi Botanlı Bedirhan tarafından topluca katledildiğinin ve tehcire zorlandıklarının yeterli derecede bilgileri var, ancak biz daha kuzeyde, zazaki konuşan kürtler arasında ezdilerin izlerini araştırmakta olduğumuzdan konuyu dağıtmamak için diğer yörlerde gerçekleşen ezdi katliamlarını şimdilik ayırıyoruz.

Şerefdin dağının yöre sakinleri arasında ezdilere atıfta bulunan menkibesinin ezdiler arasında da karşılığı var. Burada anlatımlar arasında bir uyum ve karşılıklı onaylama sözkonusu. Bu olguyu görmezlikten gelemeyiz.

Ezdilerin 'bîşêni' dedikleri ağıtsal içerikli klamlarında Reşit Paşa zulmünü dile getiren dizeler var. Reşit Paşa, Osmanlı birliklerinin Botan'da giriştikleri katliam döneminde hayatta değil. Moltke'nin anılarında Osmanlı ordusunun Harput'taki genel karargahtan hangi tarihte güneye yönlendirildiği ve hangi güzergahları izlediğine dair açık bilgiler ve tarih var. Tüm bunlar Hafız Paşa döneminde gerçekleşmiş. Moltke'nin, Reşit Paşa'yı hiç görmediği ve karargaha ilk gelişinde Hafız Paşa ile muhatap olduğu bilgileri tarihleriyle birlikte kayıtlı. Bu husus, tarih tesbitinde çok önemlidir ve dikkate alınması doğru bilgilere ulaşmamıza yardım eder. Bu durumda Reşit Paşa'nın yönettiği ezdi katliamlarını Murat kuzeyine oturtmak gerekecektir. Aynı klamda Şerefdin dağından bahsedilmesiyle birlikte Reşit Paşa zulmünden yakınılması ve lanetlenmesi aynı zamanda sözlü bir tarihi bilgidir. Murat kuzeyinde yaşayan Ezdi ve Homa tapımı inancına sahip kürtlere (nihai tasfiye anlamında) toplu katliam ve tehcir uygulanmasına 1823 yılı başlangıç alınabilir. Araştırmamız halinde belge sağlamamız da mümkündür.

Ezdiler arasında yer bulmuş "Fırat yöresindeki kutsal dağlar" ibaresi bile başlıbaşına bir olgu ve tabiiki bilgidir.

***

Bazil Nikitin'den aktarıyorum;

"E. Herzfeld'in 1928'de bana söylediğine göre Asagart'lar kürtlerin ataları sayılabilir; Asagart'lar önce yada Sagart'lar önce Seistan'da yaşıyorlardı. Sonra Asur döneminde Zikirtu, yada Zakruti adıyla Medya'da buluyoruz. (Bazil Nikitin)

Kyrtii'lerden ilk kez M.Ö. 220'de Selefkos kralı III. Antiokhos'la savaşan Medya Valisi'nin birliklerinde sapancı olarak Polybios söz etmişir. (Reinach, Revue Archeologique, akratan Nikitin)

Plutarkhos, Lucullus'un (M.Ö. 117-56) Antakya'da bir kürt lideriyle görüştüğünü yazar. (Bazil Nikitin)

Plutarkhos'tan 30 yıl sonra da Titius Livius Kyrtii'lerin aynı Antiokhos'un hizmetinde, bilahare M.Ö. 171'de ise Bergama kralının hizmetinde ücretl askerler olduklarını söyler. (Reinach, Revue archeologıque, akratan Nikitin)

Ptolemaos (M.S. 90-170), Gordyen ve Beth Kardu'dan bahsediyor.

Aynı dönemlere ait ermeni kaynakları Tigran'ın askeri yayılmasını naklederken Gordien'i ele geçirdiğini yazıyor.

M.S. 4. yüzyılda Urmiye gölü ile Botan arasında Mahkert kürt prensliği vardır."
(Bazil Nikitin, Kürtler, Cilt I, Özgürlük Yolu Yayınları, 1976, İstanbul)

Nikitin'in yazdıklarında kronoloji hatası var ve bu hata göçü tersinden işletme hatasını davet etmiş. Katpatuka'daki Scania yöresini ve Önasya'da konuşulan dilleri hesaba katması halinde kürtleri Zagrosların batısından Seistan'a göçettirmesi gerekecekti. Bir diğer husus, Asur kroniklerinin tanıklığı dönem itibarıyla Zikirtu'lar bugün Şikaki kürtlerinin yurdu olan Van Gölü'nün hemen kuzeydoğusundaki Manna'da yaşıyorlardı. Daha sonra İran'a tümüyle hakim olacak, Susa ve Saqqiz'de başkent kurarak Asur'la krallık düzeyinde ilişkilenecek, evlilik yoluyla akrabalıklar tesis edecek, Med ve Perslere karşı Asur'un safında yer alacaklardı. Nikitin, Asur ve Pers kayıtlarının tanıklık ettiği bu büyük olayları nedense görmezlikten gelmeyi tercih etmiş. Nikitin'in belki de kasten yarattığı lokalizasyon ve kronoloji karışıklığı dışında kitabında verilen bilgiler doğru.

Tüm bu tanıklıklar izlendiğinde ortaya Kort-K(g)art ve Kirt şeklinde iki temel form çıkıyor. Minorsky, kurd yada el kurd formunun bütün dağlıları kapsadığını işaret ederek, kürtçe konuşan kürtlerin kart yada kirt formları esas alınarak incelenmesini doğru bulurken son derece haklıdır.

Bir çok araştırmacının kürtlere ilişkin kart yada kirt formlarından birini yeğlemeleri temelinde yapılmış bir tasnifi Zuhdi el Dahoodi de kitabında verir, ayrıca bu formları onaylar. Bahse konu farklı formların mevcudiyeti aynı söcüğün farklı dillerde yine farklı alfabelerle yazılmasının sonucudur.

***

Zikirtular, Urartu'da Tarhund, Zagros mitolojisinde Threeaton denen, bizim Mitra olarak da bildiğimiz Homa'nın üç oğlundan türediklerine inanırlar. Grekler bu üç oğulu kendi panteolarında aynı tanrılara denk düşen Apollon yerine Herakles'in üç oğlu diye kabul ederler. Efsaneyi çalıp değiştirdiklerine kuşkum yok. Üç büyük iskit kolu efsaneye göre bu üç oğulun soyudur.
Koloks, Arpoks ve Lipoks ismindeki bu üç kardeşten türeyip, çoğalarak;
Kolokstan çar iskitleri de denen Skolot aşiretler konfederasyonu,
Lipoks'tan Avhat ve Gelon konfederasyonu
Arpoks'tan Agatir ve Katiar konfederasyonu oluşmuştur.

Bu üç büyük boya kürtler sırasıyla
Maskirt (Massaget-çar iskitleridir)
Pazuk
Tadzik (Tacik) demektedirler.

Aslında efsane çok eskidir, arap istilası döneminden en az binbeşyüz yıl geriye görütülebilir, her dönemde farklı versiyonu türetilerek güncellenmiş ve popülerliğini koruması sağlanmıştır..

Cebaxçor'un Kiğı ilçesinin ismi ermenicedir. İlçenin kürtçe ve daha eski ismi Koloberd'dir.

Ezdilerin efsanevi Qoli'si zazaların mıntıkasında bir zamanlar önemli bir yerleşim merkezine isim olmuştur. Bu ilçenin biraz ilerisinde yine eskiden çok önemli bir yerleşim birimi olup kaleye sahip Azakpert vardır. Bunlara salt zazaların şehirleri demek yanlıştır, bunlar ezdilerin de eski şehirleri olsa gerektir. Hepimiz bir babanın çocukları gibiyiz.

***

Bir üç kardeş hikayesi daha.

Karacdağ'ın eski adı Asur kaynaklarına göre İzalla'dır. Asur saraylarının şarap ihtiyacının eskiden İzalla dağı etrafındaki bağlarda yetiştirilen üzümlerden temin edildiği Asur arşivlerindeki belgelerde yazılıdır. Belgeler Asur kralı Adad Nirari (M.Ö. 1295-M.Ö. 1263) dönemine tarihleniyor.

Ayrıca Asur kralı I. Tukulti Ninurta'ya (M.Ö. 1233-M.Ö. 1196) ait olduğu anlaşılan bir kılıcın üzerinde yine İzalla ibaresine rastlanmıştır. Demek oluyorki İzalla yöresi iş ocakları bakımından gelişkindir. Bugün artık iş ocakları terimi yerine endüstri terimini kullanıyoruz. En kaliteli kılıçlar krallara yapıldığına göre bu yörenin diğer yörelere kıyasla teknolojide ileriliği söz konusudur.

Rivayete göre Kürdistan'ın çeşitli yörelerine dağılmış İzol aşireti üç kardeşin Karacdağ'da anlaşamayıp farklı yörelere göç etmesi sonucu oluşmuştur ve bugünkü izollar bu üç kardeşin evlatlarıdır.

Siverek izolları kurmanci konuşurlar, sünnidirler. Pötürge izolları zazaki konuşurlar, sünnidirler. Karakoçan ve Dersim izolları kurmanci konuşur, alevidirler.

Aynı şekilde, Botan omerileri kurmanci konuşurlar, sünnidirler. Din değiştirmiş olmalarına istinaden "mahalmi" olarak da anılırlar. Dersim'de Omeron aşireti zazaki konuşur, alevidir. Boglon'da Omeron aşireti zazaki konuşur sünnidir.

Hadi bakalım kurmancla zazayı, aleviyle sünniyi, müslümanla ezdiyi biribirinden ayırın, ayıklayın pirincin taşını görelim...







 

07 Temmuz 2013

Berberi-kürt muhtemel ilişkisi üzerine..


Sayın Selim Temo, bugün sayfasında; "Çad'da Goran adlı bir topluluk var ve dillerinde "Homay" Allah demek." şeklinde bir bilgi paylaşmış ve "ilginç bir tesadüf" olduğu yorumunu düşmüş.

Toparlayabildiğim bazı ilginç tesadüfleri de konuyla ilgili olması dolayısıyla benim paylaşmam gerektiğini düşündüm ve takdirlerinize sunuyorum:

Bahsi geçen Çad Goranları muhtemelen Berberilerin bir koludur. Berberi yerleşim birimlerinin isimlerini inceleyiniz "kürt ve zaza" sözcüklerini çağrıştıran bir çok isimlendirme ile karşılaşacaksınız. Dillerine "amaziğ(gh)" deniyor, Cezayir berberileri ise dillerini biraz daha farklı olarak "mizzuğ(gh)uli" olarak isimlendiriyorlar. Sondaki "li" eki hititlerin dilleri için nesili demelerinde kullandıkları "ce" anlamına gelen "li" sonekiyle aynı. Amazigh ile massaget arasında etimolojik olarak fark yok. Kendilerini ve dillerini üç büyük iskit kolundan birinin ismiyle sıfatlandırmaları ilginçtir. Yine büyük berberi şehirlerinden birinin ismi Quarzazate'dir, bunun gibi büyük vilayetlerden biri de Souss-Massa'dır, burada yine Susa şehrinin ismi olan sözcüğü ve şehrin kurucusu zekertuları anımsatan massa(get) sözcüklerini bir arada yakalamak mümkün. Bu iki şehir Fas'ta yer alıyor.

Quarzazate'ye Warzazat da deniliyor. Zaza yerleşim birimlerinin isimlerine başa gelecek şekilde eklenen Qar (Qarbegon) ile War (Warê Dersim) sözcüklerini hesaba kattığımızda şaşırtıcı bir özdeşlik çıkıyor ortaya.

Berberilerin kurdukları tarihi şehrin adı ise herkesçe bilindiği gibi Kartaca, bu ünlü şehrin adı "KRT" konsonantlarını içermekle birlikte kürtlerin ülkesini sıfatlandırmada kullanılan Kardaka ve kürtleri tanımlayan Kardu(k)-Karthu(k) isimlendirmeleriyle uyumlu.

Berberilerin dilleri hint-avrupalı dil grubunda yer alıyor.

Mısırlı vakanüvis Menathon'un kroniklerinde "Mısır'ın kızıl saçlı barbarların istilasına uğradığı" yazılı. Olay 19. sülale döneminde meydana geliyor, M.Ö. 11. ve 12. yüzyılları kapsıyor.

Daha sonraki Asur kayıtları M.Ö. 7. yüzyılda iskitlerin Palestin'i tamamıyla ele geçirdiklerini haber veriyor.

Demek oluyorki iskiter bu 5 yüzyıl zarfında bölgede askeri olarak çok aktifler ve birçok istila hareketi gerçekleştiriyorlar.

M.Ö. 3. yüzyılda da berberiler oldukça hareketlilik gösteriyor ve Roma'yı işgale kalkışıyorlar.

Berberilerin (kartcalıların) ünlü komutanı Hannibal'ın soy lakabı "Barkas" ve kardeşlerinden birinin adı "Mago".

Bar sözcüğünün kürtçe isimlendirmelerde yaygın bir şekilde yer aldığı söylenebilir. Bu sözcük behdinanlı Barzan aşiretinin isminde var. Kırım iskitlerinden bir aşiret (M.S. 4. yüzyıl) yine Barzan ismini taşıyor. Son Sasani imparatoru III. Yezdcerd'i öldüren Sogdlu'nun adı da Barzantes.

Barkas isminin ikinci hecesini "Kassu-Kaşşu" ismiyle ilişkilendirmek mümkün. "T" soneki alarak "Kassit" şeklinde söylendiğinde plural olarak kassitler ifade edilmiş olunuyor. Menathon'un kroniklerinde de 19. sülale döneminde istila hareketine girişen topluluğun ismi Hega-Kassut olarak verilmiş. Batılı müellifler Kassit ilişkisinden haberdar olmadıkları için yada kasten bu ismi "yabancı kabile hükümdarları" olarak çevirmişlerdirki Mısır dilinde "yabancı kabile hükümdarları" anlamına gelen sözcükler farklı.

İbni Haldun, berberileri İbrahim'in amcasının oğlu olan Nemrud'un babası Kenan'ın soyuyla ilişkilendiriyor. Kenanca semitik bir dil, Kenan ili-diyarı ise bugünkü Filistin. Ancak, böyle olması Zag'lı kavimlerin Ruha'dan ve Ur'dan Palestin'e ve Libya'ya kadar yayılmalarını yadsımıyor, aksine onaylıyor.

Bu anahtar bilgilerden hareketle konu hakkındaki bilgilerimizi derinleştirmek akademisyenlerimize düşüyor.

***

Afrika ve Avrupa'ya yayılma iki koldan gerçekleşiyor.

Kollardan birinin adaları geçiş güzergahı yada sıçrama tahtası olarak kullanarak Kreta, Kor-sika ve Skiliya'ya (Sicilya) yayılıp oradan Toskana'ya (Toscania) gidişiyle (diğer bir deyişle Etrüsk'lerin İtalya yarımadasına çıkışları ve yerleşmeleriyle), ikinci kolun Kuzey Afrika'ya yayılmasının eşzamanlı olduğunu düşünüyorum.

Hitit'in çökmesiyle birlikte (M.Ö. 11. yüzyıl) her asra dalga yayılan göçlerin M.Ö. 4. yüzyılda önemli bir nüfus çokluğuna eriştiğini söylemek mümkün.

Menathon M.Ö. 11 ve 12. yüzyılları veriyor. Kassitlerin M.Ö. 1470 yılında Babil'i ele geçirip hükümran olmaları 150 yıl devam ediyor. 1300'lü yılların son çeyreğinde Kassit'ler geriliyorlar. Bir kolu Güney'e ve çölleri aşarak muhtemelen Kuzey Afrika'ya yöneliyor. İkinci kol Kuzey'e yönelerek bugünkü Hazar denizinin batı yakasını tamamıyla ele geçiriyor, bu denize eski dönemlerden beri Kaspis denizi denmesi kassitlerin isminden ve bölgeye yerleşmelerinden ileri geliyor. Bugünkü Azerbaycan ise türk boylarının bölgeye göçlerine kadar "kaspislerin ülkesi" anlamına gelen Kaspiana ismiyle anılmıştır. Kaspiana ülkesinden geriye kala kala İran'ın Kazvin eyaleti kalmıştır.

Kassitlere ilaveten Hitit'in (150 yıl sonra) çökmesiyle birlikte bir diğer göç kolu da yukarda belirtttiğim gibi adalardan ve deniz yoluyla ilerliyor. Bunların içinde Luwiler, Kizzuvatnalılar, Karlar, Likler de var. Troya'nın mağlupları deniz yoluyla göç ediyorlar. Her iki kol İtalya'da birleşiyor.

Mizzuguli konuşan berberi arkadaşlarım var, dillerindeki birden ona kadar olan sayıları tetkik ettim, Etrüsk dilinin sayılarıyla uyuşuyor.

Göç dalgasına kadar Avrupa'da hint-avrupalı dil konuşulduğuna dair herhangi bir kanıt yok. Avrupa'da hint-avrupalı dile ait elde edilmiş en eski belge Belgrat yakınlarında bulunmuş ve M.Ö. 8. yüzyıla tarihleniyor. İran'da bulunanla eşzamanlı denebilir. Tüm bunlar dilin coğrafik menşeinin tesbitinde önemli.

Batıya olan aynı yoğunlukta Doğu'ya da göç var ve Hindistan'ın kuzeyine kadar yayılıyorlar. Orada kurdukları çok önemli bir kültür merkezi var, yerli kültürden farklı oarak hint-avrupalı diller konuşan toplulukların oluşturdukları bu kültür merkezinin adı Pali-putra. Konuyu dağıtmamak için doğu bahsini ve sanskritçeyi sonraya bırakalım.

Kreta, Korsika, Skiliya, Toscana, Belgrat, Kroatia, Zagreb şehir ve yöre isimleri de yine bünyesinde Zag-sigit isimlerini ve "KRT" konsonantlarını barındırıyor. Zag isimlendirmesi ve kürtleri tanımlayan KRT konsonantları Asur kroniklerinde bileşik isim olarak Zekertu, Zagruti, Zakartu şeklinde yer alıyorlar.

Pers belgelerinde Zakadra ve Zakardia ismi taşıyan provins/eyalet (eskiden krallık) düzeyinde  iki ayrı bölge var.

Bunlardan Zakadra kuzey İran'da, Hazar denizinin güneydoğusunda yer alıyor, eskiden Gurgan şehri merkez olacak şekilde Partia Homawarga iskitlerinin yoğunlaştığı bölgedir.

Zakardia'nın ise ilk ismi Sakawana, daha sonra Zakardia oluyor ve pehlevicenin yaygınlaştığı dönemde Zakastan oluyor, daha sonra Seistan'a dönüşüyor, bugünkü Sistan eyaletine yani. Günümüzde başkenti Kirman şehri olan Sistan eyaleti orta İran'da yer alıyor.

Bu iki bölge/ülke isminde de Saka yada Zag etnik sıfatı ile KRD konsonantları yine yanyana duruyor.

Siirt'in eski ismi de Sagartia'dır, bu isim etimolojik olarak Zakardia ismiyle özdeştir. Siirt'te de Kırım ve İran'da olduğu gibi bir Sason vardır. Sagert yada şimdiki Siirt eski dönemlerde başkenti Arbelaum (Hewler) olan Asaragartia krallığının eyaletlerinden biriydi. Kralları Çitran Tohatma Perslere başkaldırdığı için M.Ö. 521 yılında Darius tarafından idam edildi. Darius'un kitabelerinde bu kralın tasviri vardır. İskit tasvirlerinde gözlemlenen giyim tipi bugün Hakkari ve Bahdinan kürtlerinin dominant giyim tipi olan şal-şepik ve altına giyilmiş uzun yün yada tiftik çorapla aynıdır. Başlarında sivri külahları vardır. Agal yada cemedan bilahare yaygınlaşmıştır.









 

21 Mayıs 2013

Karadeniz'in kuzeyi ve doğusuyla iskit/kürt ilgisi..


Kafkas halklarının tarihine dair yazılan araştırma yazılarında sıklıkla Svan ismi geçiyor ( http://www.serbesti.net/?id=3030 ). Kürtler arasında şu an yaşayan bir Sivon aşireti var. Ayrıca Svedi aşireti var. Bu ikincinin tarihi ta Belh şehrine ve Barmakilere kadar uzanır. Belh coğrafyası aynı zamanda Azzi devletinin kurulduğu coğrafyadır.

Bu durumda Azzi'ler farklı tarihi dönemlerde ve birbirinden oldukça uzakta üç devlet kurmuş oluyorlar.

1- Hitit tarihinde bahsi edilen Azzi-Hayaşa ülkesi/devleti.

2- Afganistan coğrafyasında kurulan Az devleti.

3- Az(ak) denizi ve aynı isimle anılan kaleye ismini veren Karadeniz'in kuzeydoğusundaki Az devleti.

Esas ismi Az olan bu devlet daha sonraki dönemlerde yöre halkının yer/yurt anlamına gelen "ak" takısıyla birlikte Azak şeklinde isimlendirilmiş ve anılmıştır.

Bugünkü Osset'ler Az topluluklarının bakiyesidir/torunudur.

Az topluluğu Keti yada Neşa'lılardan çok Zikti (Sigit, İskit, Zekertu, İşguza) topluluklarına yakındır. Bugün konuştukları dil daha çok Pala diline yakındır.

Misalen, ben Solax aşiretine daha yakınım, eşimse Svedi'dir. Bu iki aşiret aynı coğrafyada yanyana yaşar.

Az devletiyle sınırdaş ve kardeş olan olan Solakhi topluluğundan geldikleri son derece açık ve kesin. Zaten Az ve Solax aşiretleri de aynı ilin sınırları içinde yer alıyorlar. Benim memleketim olan Çolig/Cebaxçor'un daha eski, Bizans kaynaklarında geçen ismi Azdianênê'dir.

Hititçe'de Siwat sözcüğü "gün" anlamına geliyor. (Sedat Alp, Hitit Çağında Anadolu, s. 18)

Sol sözcüğü, eski Germanca'da olduğu gibi İskandinav dillerinde "güneş" anlamına geliyor. İskandinavyalıların bu coğrafyaya kendi dillerinde Scania dediklerini anımsamakta yarar var. Hitit döneminde Nevşehir ve mücavir yörelerin genel ismi de tamı tamına Scania'dır.

Abhaz sözcüğü de Az topluluğuyla ilgili gözüküyor. Karadeniz kuzeyi iskitlerinin Artemis'e "Apia" dediklerini anımsayacak olursak geçmiş dönem dinleriyle ilgili bir isimlendirme karşısında olduğumuza hükmetmek gerekecektir.

Yine Solakhi ve Sivon söcükleri de güneş ve ışık tapımıyla ilgilidir.

Batı dillerinde maya ve misafir anlamına gelen sözcükler "az" kök sözcüğü yada bu sözcüğün farklı versiyonlarından türetilmiştir. Kürtçede Miraz deniyor, mir güneştir, az ise güneşin özü/dölü/fonksiyonu olarak çevrilebilir.

Dikkat edilirse yukarda linkini verdiğim "GÜRCÜLER’İN KÜRTLER’LE AKRABALIĞI VE GÜRCÜ-SVAN HALKLARININ KÖKENLERİ" başlıklı yazıya atıfta bulunuyorum.

Yine yazıda geçen Aşua topluluğu bugünkü Elazığ yöresinde yer alan Işşuwa (Issuwa) topluluğu/devleti ile aynıdır. bazı kaynaklar bu devleti Aşşuwa diye verirler. Daha sonra aynı devletin yerinde Şupani/Sophanene devleti yer almaktadır. Hitit kaynaklarında bahsi geçen Kastel Ziata şehri bu devlete aittir. Kastel Ziata'nın ismi zaman içerisinde değişerek Anzethênê olmuştur. Süryani kaynaklarında Till Enzit diye geçiyor. Azzi-Asuwa-Issuwa ismine dair yazım farklılıkları hitit çivi yazısında vokallerin olmamasından ileri geliyor. Vokaller araştırmacılar tarafından benzer sözcüklerle kıyas yapılarak tefsir edilmiş ve bu şekilde yazıya geçmiştir. Farklılık bu tefsir edişin sonucudur. Bu konuda önemli bir dayanağımız daha var, Hitit kaynaklarının bahsini ettiği Azzi toplulukları Assuwa yada Issuwa da denen coğrafyaya lokalize ediliyorlar.

Atıfta bulunulan yazının başında yer alan MESXETA ismi çok açık şekilde Massagetleri işaret ediyor. Üç büyük İskit boyundan biridir. Yine LEÇXUMİ ismi Kuzeybatı İran'da Talişlerle yanyana yaşayan Lek topluluklarını çağrıştırıyor. Kürdistan'da sırf benim vilayetimde iki tane Lek adlı köy vardır.

Bahse konu topluluk ve aşiretler Ukraynalıların olduğu kadar Gürcülerin ve Abhazların terkibinde de vardır. Bu topluluklar hint avruplı dil konuşurlar. Gürcü dili ise bildiğiniz gibi Kafkaziktir (Jafetik). Gürcülerle kürtleri değil ama Hurrileri (Khurri) ilişkilendirmek daha doğru olur. Ermeni ve Gürcü halkının terkibinde dominant unsur Khurri'dir. Ermeniler daha çok Urartu koluyla ilgilidirler. Kürtleri Gürcülerden indirmek kürtlere mahsus bir araştırma yetersizliğinin ve bunun yol açtığı toptancılığın sonucudur. Kürtlerin terkibinde Gürcü olduğu gibi Gürcülerin terkibinde de Kürt ve Keti unsurları yer almaktadır. Temelde ise iki farklı kökten gelen topluluklardır.

Notlarımı Ardeşen ile sonlandırayım. Benim köyüm olan Ginc eski bir kürt mireliğinin merkezidir. Bugün Ardüşen diye anılan bir nahiyeye bağlıdır. Ardüşen, ismin Osmanlıca yazımda tahrif edilmiş şeklidir. Biz yöre yerleşikleri ise Arçên diye telaffuz ediyoruz. Artzuni ismiyle ilgilidir. Murat nehrinin eski adı olan Arsanias ismi ile aynıdır. Zaten Murat vadisine bakan bir yükseltiye kurulmuştur. Ar-şan güneş soylu demektir, Hititçe soylu ve güneş anlamlarına gelen Arta ve Şa sözcüklerinin yumuşatılmış halidir. Artvin ve Arteşen isimlerini bu şekilde anlamlandırmak doğru olur kanaatindeyim. Tabii Zigana sıradağlarına verilen ismin "Zig ülkesi" anlamına geldiğini hatırda tutarak.

***

Kürtlerin terkibinde bulunan hint avrupalı topluluklar çok geniş bir coğrafyada varlık gösterdiler. Ancak bu topluluklar yayıldıkları coğrafyalarda diğer topluluklarla çok az karıştılar. Buna örnek olarak fındıklı çikolatayı veririm, sonuçta ikisi birlikte çikolata ambalajındadır ama çikolatayı kırdığınızda içindeki fındık karışmamış olarak durur. Başkırtlarda Barzan aşireti var, Macarlarda yine Kürt aşireti var. Bu aşiretlerin varlığı kürtleri bu halklarla akraba yapmıyor ama kürt aşiretlerinin bir çok kolunun yayıldığı coğrafyayı ve ilişkilendiği halkları gösteriyor. Zagroslardan inen topluluklar bugün bile salt isimlerini muhafaza etmekle kalmıyor, hapsedildikleri devletlerin her birinde etnik ayrımcılığa maruz bırakılmanın sonucu olarak hak ve özgürlük talebi yükseltiyorlar.

Mesud Barzani'nin Hırvatistan ziyaretinde Hırvat cumhurbaşkanının "Hırvatlar kürt kökenlidir" demesi kürt ve hırvat basınında yer almıştı. Ben buna çok daha önceleri dikkat çekmiş; Slav, sloven, "kr" konsonantları ve bu isimlendirmelerin yer aldığı coğrafyalarda muhakkak "Zag" şehir yada etnik isimlendirmesinin bulunduğu, bu "Zag" isimledirmesine her yerde Pali/Palu ve Nis isimlendirmelerinin eşlik ettiği, bu kadarının tesadüfle açıklanamayacağı şeklinde araştırma yazıları yazmıştım. Yazdıklarım o zaman istihza ile karşılanmıştı.

Tabii yukardaki yazıyı yazarken eklemem gerekirdi. Kırım coğrafyasında Azak denizine yakın yörelerde tarihi Palu ve Melitia şehirleri var.

Kırım kuzeyinde Budin ve Barzan aşiretlerinin yaşadığı bilgisi Herodot'ta bile var.

Kürtleri, halkımızın celladı ve tehcircisi olan Darius'un kitabelerinden takip etmeye çalıştığımızda bunların hiçbirini göremeyiz. Varsa yoksa Med ve Zerdüşt vardır. Oysa bu kitabelere kazınmış bilgilerde sürülen Zekertuların "Ahuramazda'ya saygısızlık ettiği" izahatı vardır.

Bir milletin başına gelecek en büyük felaketin o milletin tarihinin başkalarınca yazılması olduğu kürt "tarihçileri" tarafından da sıklıkla dile getirilir. Bizimkiler başkalarının yazdığı tarihi kürtçeye tahvil ve tercüme etmekle, bu bilgileri esas alarak kendi isimlerine tarih yazmakla kalmaz, kürt tarihini ısrarla kürt düşmanı cellatların övünmek için kazıttığı kitabelerden indirirler. Bu durum bir millet için felaket kavramının çağrıştırabileceği en büyük tahribattır, en büyük afettir.

Oysa kürtlerin ataları Med devletinden önce de aynı coğrafyada imparatorluk kurdular. Elamları tasfiye ederek Elam şehrinin yerine Susa'yı kuranlar, Saqqiz'i başkent edinenler, daha sonra başkentlerini Hemedan'a (Ekbatan) taşıyanlar kürtlerin atalarıydı. Perslerin çökmesinden sonra yerli toplulukların ilk devleti daha sonra imparatorluğa dönüşerek 440 yıl bölge devi olacak şekilde hükümranlık sürdüren Part devletiydi. Bugün Karadeniz kıyılarındaki aşiretler Hitit'in çökmesinden sonra göç edenlerle Part göç dalgalarının kaynaşmasından kalan bakiyelerdir.

Burada tarihle ilgilenen araştırmacılarımıza bir sitemde bulunmaktan da geri durmayacağım.

Sason şahidimdir, Pali, Melitia ve çifte Nisibis'ler (Nizip ve Nısebin) şahidimdir. Az, Solax, Zikti ve Sivon şahidimdir, Mihran, Karan, Suran, Barzan şahidimdir. Bisutun'dan üç tane alıntı yapmasam da olur. Zaten ben bu durumda olanlara tarihçi demediğim gibi yazdıklarına tarih demeye bin şahit lazım. Benim şahitlerim kadar kanıtlarım da bizim aşiretlerimiz ve bizim şehirlerimizdir. Kendi dalımızla ilgilenmek adına kendi kökümüz üzerine bahis kurmuşuz, farsın ağacına bizim "tarihçiler" yaslansın. Benim ağacımın gölgesi bana yetiyor, sırtım kavı, gönlüm serin.

***

Avrupalılar Hırvatistan'a Kroatia(n), Ukrayna'ya ise Krayn(a) diyorlar. Türkler ve sair ural-altay dilliler ise Hırvatistan diyorlar, Receb'e İrecep demeleri gibi dillerinde Krayn sözcüğü Ukrayn olup çıkıyor. Sözcüklere türkçe bakıp türk gibi algıladığımızda her iki isimlendirmenin ilk hecesinin "kr" konsonantları içerdiği ya dikkatimizi çekmiyor yada anlamlandırma güçlüğüne düşüyoruz.

Bu her iki coğrafyayı dikkatle inceleyiniz, özellikle eski çağa ait yerleşme birimlerinin ve yörede yaşayan aşiretlerin isimlerini edinmeye çalışınız. Bugün Kürdistan'daki hemen birçok şehirle aynı ismi taşıyan şehirlerin bu yörelerde de bulunduğunu ve bugün bilinen bir çok kürt aşiretinin buralarda da yaşadığını göreceksiniz.

***

Zazalar Deylemden geliyormuş?

Deylem sözcüğünün "daylamit" sıfatından evrilerek oluştuğu ve bu ismin kürtlerin ataları arasında bulunan Sigit (grekçe) kavimlerinin Elam'ı ele geçirmesinden sonra yerlerinden sürerek Kaspis denizinin güneybatı köşesinde küçük bir alana temerküz ettikleri Dravidi bir dil konuşan Elam halkının bakiyelerini tanımlamakta kullanıldığını herhalde birileri bunlara söylememiş olacak. Elam halkı Sri Lanka (Seylan) yerlileriyle akrabadır. Elam'ı tümden ele geçirdikten sonra Sri Lanka'yı da ele geçiren hint avrupalı topluluk ise bugünkü Tamil'lerin atalarıdır. Sri Lanka yerlileri ile Tamiller farklı diller konuşan ve ayrı kökene sahip olduklarının bilincinde olan halklardır. Zaten biri diğerine karşı bağımsızlık mücadelesi veriyor.







21 Nisan 2013

"Guti-Keti" benzerliği ve ilişkisi üzerine notlar..


Guti-kürt bağlantısını önemsizleştirmek, giderek dikkatlerden kaçırmak için..
kürtlerin Halys (Kızılırmak) yayı içerisinde Katpatuka dedikleri çekirdek krallık (imparatorluğun ana-esas devleti) kurduklarını..
doğudaki son kaleleri Ziata şehri (Xarput ovasının güneyindeki Anzetene, Till-enzit) ile Mitanni'ye komşu olduklarını..
imparatorluğun Tumana ve Pala adlı iki büyük eyaletten oluştuğunu..
batıdaki eyalet olan Pala sınırlarının Sangario (türkler Sakarya desin bakalım, bu Sakarya da peygamber Zekeriya gibi zekertuları anlatır) nehrine vardığını..
nehrin ismini Sakari kabilelerden aldığını..
ve de örtbas etmek için..
asıl adı Keti olan bu halka hiçbir yede yazmamasına rağmen Hitit deyip için içinden çıkacaklarını sanmışlardır.

Hal böyle olunca "Gutiler bir dönem Zagros'un batı eteklerinde hayat sürmüş, barbarca akınlarıyla Sumer ve Asur tabletlerine geçmişlerdir"den ibaret bir intiba yaratılmak istenmiştir.

Batılı araştırmacılar 1915 yılında nesicenin çözülmesiyle birlikte bu millete ilişkin çok geniş bilgiler yayınlamışlardır. Türk üniversiteleri ise tüm nefesini bu bilgileri çarpıtmaya harcamıştır.

Bugün dünya bilim çevreleri biliyorki Keti uygarlığı ileri bir uygarlıktır. Özellikle giyimleri bugünün modasına etki yapacak zerafettedir. Kral mektuplarının, soylular demokrasisinin, ketilerde politik erk olgusunun incelenmesi nesililerin ahlaklı ve ileri uygarlık düzeyine sahip olduklarını kanıtlıyor. Teknoloji alanında da öyledirler. Mısır, çok ileri mimarisine rağmen metalurji alanında yeterli teknolojiye sahip değildir. Hattuşaş arşivinde Mısır firavunlarının demir kılıçlar ısmarlayan ve bunları mutlaka edinmeleri gerektiğine dair ricalarını havi mektupları vardır. Günümüzde olduğu gibi teknoloji hırsızlığına Keti kralı da duyarlı ve dikkatlidir, bu nedenle istekleri ağırdan alır.

Bu halkın dilini inceleyen bir kürt yazılanların % 50'sini hiçbir sözlüğe ihtiyaç duymadan anlayabilir. En son Keti belgesi İ.Ö. 1130 yıllarına tarihlenmektedir, bazı kaynaklara göre bu tarih 1150'tir. Üçbin yıldan daha fazla zaman geçtikten sonra bir dili yarı yarıya sözlüksüz anlayabilmenin çok önemli nedenleri olsa gerektir. Hele yüz temel sözcükte yer alan kök sözcükler itibarıyla % 90 gibi kürtçeyle örtüşmesinin mutlaka bir izahı vardır.

Keti ibaresi hristiyanların Eski Ahit dedikleri Tevrat'ın isimlendirmesi ve tanıklığıdır. Guti'nin sami dillere, kenancaya, ibraniceye, aramiceye geçerken Keti şeklinde teleffuzu ve transkripsiyonu son derece anlaşılır bir durumdur.

Zagros'un orta bölgelerine, bugünkü Van-Hakkari yörelerine lokalize edilebilecek Guti ülkesi Gutium'a bir Sumer eşik taşında ve bilahare yöreyi ele geçiren Asurluların bir valisine idari merkezden yazılan bir mektupta Kardaka deniyor olması ayrıca dikkate değer bulgulardır.

Hitit arşivlerinden çıkan bir belgede "Neşalıların (nesi) soyluları Karadeniz'in kuzeyinde oturur" denmektedir.

Bilahare belirtilen coğrafyada hareketlenecek İskitlerin dilinde Pala sözcüğü savaşçı anlamına gelmekteydi. Savaş aracı olan enli kılıcı diğer bıçak türlerinden ayırmak, yine erilliğin belirgin emaresi olarak savaşçılara özgü bıyığı belirtmek/betimlemek için Pala denmesi sözcüğün savaşçı anlamıyla ilgilidir.

Pala eyaletini oluşturan Keti boyları Zag'lılığı şüphe götürmeyen savaşçı boylardı. Toprağa bağlı olanları, yani zenaatla, çiftçilikle, ticaretle uğraşanları ise çekirdek ülke Katpatuka (Hellen tahrifiyle güzel atlar ülkesi anlamına gelecek şekilde Kappadokia)'da kurdukları şehirlerde topluca yaşıyorlardı. Katpatuka'yı da tanımlayacak şekilde kullanılan Tumana sözcüğü bilahare bu yerleşiklik (ticaret-tarım) ve toplanma olgusundan hareketle İrani versiyonda "tümen"e dönüştü. Şimdilerde askeri birlikleri ifade ettiği gibi para birimidir.

Sam ve Neriman, torunu Rüstem, Mithra, Hz. Ali de pala bıyıklıdır. Şimdiki alevi inancında pala bıyık Ali'nin bahçesidir ve kutsaldır diye kesilmez. Oysa genel adı Dusiki olan Dersim aşiretlerinin en kutsal figürü olan Bawa Duzigun bizi alır Zigun'ların tanrısı Homa'ya ve ona karakter olarak izafe edilen kutsiyetlere götürür, Sam'a yani güneşe ve oğlu olan Mihridat'a götürür. Mihr güneş olduğuna göre dat yada bizdeki versiyonuyla zat soneki oğul demektir. Güneş Şem'dir, ay ise Şan. Tanrının kendilerine geçtiğine inanan Homavargaların çocukları bugün kendilerine Kureşan diyorlarsa bunda şek-şüphe olmayacağı gibi aykırılık da yoktur. Bugünkü inançları bile böyledir.

Şan sözcüğü ışın, parıltı anlamına geliyor. Şanlı olmak, arapça düşünülmediğinde parıltılı olmaktır, parıltılı olmaya bizde kutsiyet izafe edilmiştir. Dikkat ederseniz Ali tasvirlerinden bu parıltı esirgenmemiştir, baş kısmı genellikle ışık saçar şekilde resmedililr. Kürtlerin yüceltici sıfatları sami topluluklardan tamamen farklı bir felsefi algıya, dolayısıyla farklı altyapıya dayanır. Alişan denmesinin nedeni budur.

Siz Mirza deyin, yücemiz yani Homamız Mirza. Hey altın gözlerine kurban olduğum, beg güneşin baga oğlu, ışın bakışlı, aydınlatan Mirza bir üflesen bizim de gözlerimiz açılsa artık..

***

Mana, manner, tumana, kurmanc, kirmanc, kirmonc, sekmon, sekman.

Sek ve kir kök sözcükleri ilk yurt olan coğrafyaya ve etnonime dair şifre sözcük ve sıfatlardır. Sonek durumundaki mana-man-mon-manc-monc ise sosyal örgütlenmeyi ve işbölümünü ifadeye yarayan sıfatlardır. Bu sözcük orta dönem diliyle türetilmiş olsa mend şeklinde yer bulacaktı. Katpatuka-Kardaka sözcüklerinden istanlı Kurdistan'a gelinceye kadar uzun bir tarihi dönem olduğu, zaman içinde farklı toplumlar ve dillerle hatta farklı dinlerle karşılaşmanın bir sonucu olarak kürtlerin kelime türetme mentalitelerinin, bu mentaliteye etkiyen dini-felsefi altyapının değişikliğe uğradığını, sözcüklerin de buna bağlı olarak süreç içerisinde değişiklik geçirdiğini kabul etmemiz gerekir. Mana'dan mend'e uzayan evrim de aynı süreçleri izlemiştir, aynı etiklenmeye tanıklık ediyor. Kürtler 5 bin yıl öncesinden başlamayıp topu topu 2500 yıllık iraniliği değerlendirmelerine esas aldıklarında kısır döngüye kapılacakları gibi geçmişleriyle ilgili sağlıklı muhakeme yürütebilmenin asli unsurlarını tamamen dışarda bırakacaklarından bocalar, doğru bilgiye ulaşamazlar.

***

Kısa bir kaynakça yerine geçecek şekilde aşağıda sıraladığım eserleri bulmak ve bu kitaplarda ne dendiğine bakmak fazla zor değil.

Ketiler hiyeroglif ve çivi yazısı olmak üzere iki tür alfabe kullanıyorlardı. Bedrich Hrozny Nesi dilini çözmeden önce de alfabeler tanınıyordu. Hitit dili alfabeler bilindiği için ve bu alfabelerin yardımıyla çözüldü. Dilin çözümünü müteakiben hitiçe tam bir kesinlik kazandı, öyle ki Hrozny hititçenin gramerini bile yayınlamıştır.
Seton Lloyd araştırmalarında bolca hititiçe sözcük kullanır.
Ekrem Akurgal TDK'nın tahrifçi atatürkçülerindendir ama hititlerin türk olmadıklarını söyler, o da bolca hititçe sözcük verir.
Sözcükler sonuçta ham materyaldir, bu sözcüklerin kürtçe ile form ve anlam karşılaştırmasını yapmak kürtçe bilen biri için zor değildir.
Hayri Ertem'in Boğazköy metinlerinde geçen coğrafik adların anlamı ve lokalizasyonu üzerine DTCF yayınları arasında çıkan kitabı var.
Emmanuel Laroche'nin Luvi dili sözlüğü var. "Diktionnarie de la Langue Louvite" adlı eseri.
Annelies Kammenhuber'in "Hethitisch, Luwisch, Hieroglyphenluwisch und Hattisch" adlı eseri.
Pierro Meriggi'nin "Hieroglyphisch-Hethitisches Glossar" adlı eseri.
Bunlar türkçeye çevrilmiştir. DTCF yayınları arasında yayınlanmıştır.
Edgar Sturtevant'ın kitabı ise "Eti Dili Sözlüğü" adı altında Münire B. Çelebi tarafından türkçeye çevrilerek TDK yayınları arasında yayınlanmıştır.