Kenan Fani Doğan

Kenan Fani Doğan

11 Nisan 2015

Teşub, Tus, Tisva, Tuşpa-Van..


Kürtlerin şehir isimlerine, köy isimlerine, akarsu ve dağ isimlerine, bunlardan her birine verilmiş tanrı, tapım yada tapınak ismine, dağların ve şehirlerinin hangi inançla, hangi kültle kutsandığına bakmadan kürtleri zerdüşti, alevi yada sünni ilan etmek kolay olduğu gibi bu dinleri kürtlerden türetmek maharet oldu gitti. Gerçekleri tersyüz etmek elbette maharet ister ama bu maharet tarihçilik değil. Hiçbir yere bakmazsanız Nemrud Dağı'nın tepesine bakın. Oradaki heykelleri alevi seyyidleri mi dikti, şehylermi yonttu, yoksa Zerdüşt heykellermidir sorusunun cevabını hepimiz biliyoruz. O halde sadede gelelim beyler, geçmişimizin kapı gibi kanıtlarının üzerinden atlayarak yakıştırma tarih türetmek tarihçilik değil biline..

Parto-hellenistik dönem, İran coğrafyasında ısrarla Zerdüşt dinine yaklaştırılmak istenen ateş tapımının ve sair hednik inançların Zerdüştlük içine monte edilmesini kabullenmeyen parni aşiretlerle farslar arasındaki farklılaşmanın daha da derinleştiği ve parni topluluklarda eski inançlarına sebatın en ileri noktaya vardığı dönemdir. Bu tarihi dönem islam istilasına kadar 1200 yıllık bir tarihe tekabül ederki dönem boyunca kürtler üç imparatorluk kurmuşlardır. Yalnızca Part imparatorluğu 450 yıl yaşamıştır. Bu süreye Mihridat(es)'ın devleti ve Kommogene imparatorluğu da dahildir, bunlar hesaba katıldığında imparatorluk sayısı beşe çıkıyor. Bu süre boyunca Fırat nehri Part ve Roma arasında sınır olurken yine kürtlerle aynı kökenden gelen topluklar durumundaki Komogene halkı ve hemen kuzeyinde yer alan topluluklar tıpkı Med-Lidya döneminde olduğu gibi Halys ırmağını (Kızılırmak'ı) sınır edinmişlerdir. Kürtleri arayacaksanız kürt devletleri içinde arayınız, bu devletlerin tarihini, halkını oluşturan toplulukları ve dini inançlarını atlayarak hangi tarihi yazdığınız sorulur ve sorgulanır.

*

Tanrı Şamaş Urartu'nun Teşup'udur, Batı Anatolia'nın Apollon'u, Asya düzlüklerinin ve hasseten Mitanni'nin Mitra'sı, Hintlilerin Threeaton'udur. Muş, Mus, Balath, Tercon, Teşup isimleriyle de anılır. Mitra, Muş ve Mus versiyonlarında ay ile güneşin oğlu olup ay tanrıdır (isimlerin başına M iliştirilmesi May'dan yani anadan hareketle anaerkillik etkilerini işaret eder) diğer versiyonlarında ise ay ile güneşin oğlu olup güneş soyludur yani pederşahidir. Bu farklılıklar tapıma konu toplulukların eski inançlarında tanrı yada tanrıça inançlarının dominant oluşuyla ilgilidir, hatta her bir versiyon aynı inancın mezhepleri durumundadır demek pekala mümkün.

Şeyhmus'a dönüşen Şamus da eski bir tanrı olup, Şamus tapınağı bugün uyduruk bir şeyhin türbesi ve çeşmesi düzeyinde kabul görmektedir. Şem ismi haftanın bir gününe verilecek kadar yaşamda yer bulur. Amed'in daha bu yüzyılın başlarında binlerce şemsi nüfusu vardır. Rüstem'in hali de öyle Şem olan tanrıyı ve tapımını örtmek için Şem'e (Sam) kahraman bir torun izafe olunmuş ve bu savaşçı torunla Sam'ı unutturmak istercesine İran inançları içine monte edilmeye ve eritilmeye çalışılmıştır. Sam'ın savaşçı nitelikleri Mitra, Şamaş yada Apollon'la özdeştir. German mitolojisinde bu tanrıya Tyr yada Tisva deniyor.

Hintliler Threeaton derken üç ışınlı anlamında söylüyorlar. Güneş babadan, Ay anadan aldığına ilaveten bir de kendi ışığını ekliyorlar. Germanlar Tisva derken haftanın üçüncü gününe Tistag yada Tuesdag diyerek bu günü Tisva ile kutsamışlardır. Kürtlerde salı gününün kutsal sayılması bir gelenektir. Seşem Sam'la yada Şem'le kutsanmıştır. Kürt lehçelerinin çoğunda Sam "Ş" ünsüzü ile telaffuz olunmaktadır.

Yine bu tanrılara adanmış şehirlerden biri olan Tuşpa tanrı Teşub'un ismini taşıyor. Teşup sadece Urartu tanrısı olmayıp tüm Anatolia'da tapım görmüş, hint-avrupalı kavimlerce doğuda İran'a, batıda İskandinav ülkelerine kadar götürülmüş bir tanrıdır, Mitra çeşitlemesidir. Hitit'de savaş tanrısı güneşsoylu Tarkhun olarak tapım görmüştür. Tarkhun, Urartu tanrı kabartmalarında dokuz ışıklı olarak tasvir edilmiştir. İran'da ise başlangıçta Tus ismiyle tapım görürken Zerdüşt'ün kitabında kahramana indirgenmiş ve Tus-i Nodaran (dokuz ağaçlı, dokuz soyun asili) olarak tanımlanmıştır. Tus tapımıyla takdis edilmiş bir şehir de vardır. Tarih boyunca Tus olarak anılan bu şehir arap istilasından sonra sırf yöre inançlarının kalıntılarını tasfiye amacıyla arapça "Meşhed" diye isimlendirilmiş ve bugün öyle anılmaktadır. Dokuz ışıktan dokuz ağaca tenzil edilmesi ışık tanrısının dokuz gezegeni temsil etmekte olduğuna ve dokuzunun da gücüne sahip olduğuna yaygın bir şekilde inanıldığını bugün bile örtmeye yetmiyor.

Teşub batıda ise Tisva'ya dönüşerek tapım görmüştür. Skandinav ve Sakson kavimlerinin tanrısı olması ayrıca dikkate değer. Zag soylu kavimlerin göçüyle geniş bir coğrafyaya yayılma imkanı bulduğu anlaşılıyor. Bu arada Luwi dilinde 'Taw'a dönüştüğünü, 'Tij' sözcüğünün ışık anlamında hala kullanıldığını belirtmek gerekiyor.

Bu inanç sistemi sonuçta teslisin temelini oluşturuyor. Threeaton versiyonunun üç sayısına karşılık düşen sözcüğü içermesi gibi Mitra'dan anaerkillik simgesi olan "M" ünsüzünün alınmasıyla geriye kalan itra-ithra sözcükleri de yine üç anlamına gelen sözcüğe denk düşüyor. Gerek three, gerekse ithra sözcüğünden baştaki "T" konsonantı alındığında geriye "hree" kalıyor. İngilizce yazımda "e" vokalleri "i" olarak okunduğuna göre kök sözcüğe 'hiiri yada hrii' demek gerekiyor. İthra için de aynı durum sözkonusu, her durumda üç sayısını ifade eden sözcüğü tanrı isimlerinde tesbit etmek mümkün. M konsonantından farklı olarak T konsonantı tanrıyı (Tho-Teo) simgeleyen ünsüz olarak isimde yer bulmuş. Mithra isminde yer alan M konsonantı ise yine tanrısal bir simge, bir farklaki ana tanrıçanın simgesi olarak, aidiyet-soy açıklaması için isme eklenmiş. Yaygın olarak Ma yada Ma(j)y olarak anılan anatanrıçayı ve tapımını işaret ediyor. Oğul tanrıların M konsonantı içermesi oğul tanrının başat tanrı olarak kabulünden önceki dönemde ilgili toplumun başat tanrısının anatanrıça olduğunu yada anatanrıçaların bu toplumda hala tapım görmekte olduğunu gösterir.

Yine dikkate değer bir diğer husus da Mitra'ya denk düşen tanrıya her çeşitlemede yada sektte haftanın üçüncü gününün tahsis edilmiş olmasıdır.

Tüm bunların dışında zazaki 'hiri'ye denk düşen 'se' sözcüğü kurmancide üç sayısını belirtmekte kullanılıyor. Hitit dilinde "se, sew, swe" söcükleri yüce, kutlu anlamlarına geliyor. İspanyolca sinyor, ingilizce sir sözcükleri "se, sew, swe" kavramları esas alınarak türetilmişlerdir. Yüzlü sayıların ilk rakamı zazakide "se" olarak dururken kurmancide sad, hintçede seat şeklinde ifade ediliyor, latincede de centum olarak yer alıyor. Yüz rakamı sayıların üçüncü basamağıdır. Üç sayısının inanç gereği kutsandığını rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız.

Görüldüğü gibi felsefi altyapısı sağlam, uzun ömürlü olduğu kadar son derece yaygın bir inançla karşı karşıyayız. Tanrı isimlerindeki hiçbir vokal yada konsonant isme tesadüfen girmemiştir. Tapımın temelini oluşturan dini ve felsefi algının yüzlerce yıllık bir süreçte imbikten geçirircesine şekillendirdiği bir inşa ve sıfatlandırma söz konusudur. Tanrı isimlerinin dikkatle incelenmesi tapımının niteliğine olduğu kadar hangi inançlarla etkileşim halinde olduğuna ve geçirdiği evrimlere tanıklık eder.

Batılı tarihçiler ittifakla "Mithra inancı olmasaydı teslis ve İsa'nın öğretisi batıda din ölçeğinde kabul ve yerleşme imkanı bulamazdı" demektedirler. Buraya kadar olanı doğru ama Mithra inancının Romalılar tarafından kuzey Avrupa'ya kadar taşındığı iddiası yanlış. İnanç yayılmasını kavimlerin göçüyle ve göçün doğal sonucu olan dini-kültürel etkileşimle açıklamak doğru olanıdır. Tanrıların tapım gördüğü geniş coğrafya ve bu coğrafyadan sürekli batıya yayılma sadece etkileşimin kaynağını ve boyutlarını kanıtlamakla kalmıyor, Mithra'nın ayak izlerini takip etmek hangi kavimler aracılığıyla ve hangi yollardan yayıldığını da gösteriyor.

Tarihte Mithra isminin geçtiği ilk yazılı belge aynı zamanda yeryüzünün ilk yazılı antlaşması olarak tarihe geçmiş olan Hitit-Mitanni devletleri arasında egemenlik paylaşımını düzenleyen yazılı antlaşmadır. Bu antlaşmaya tanrılar şahit gösterilmek suretiyle kalıcı olması amaçlanmıştır. Bu antlaşmada en büyük üç tanrıdan biri olarak Mitrassil şeklinde zikredilen tanrıyı yazılı belgelere ilk geçtiği yerde aramak, Waşuganni-Hattuşaş arasında aramak gerekeceği akılcı olmasından önce tarih biliminin önümüze koyduğu bir zorunluluktur.

Tuşpa ile başlamıştık Van'la bitirelim.

Tus şehri ile Tuşpa'nın aynı inançlar nedeniyle aynı anlama gelen isimler taşıyan şehirler olduğunu anlayabilmek için bu şehirlerin üzerine sinip kalmış külleri savurmak gerekir.







10 Nisan 2015

Part başkenti: Hatra


Hatra şehrinin kurulduğu yıllarda iki tane Nisibis var, bir Nizip diğeri ise Nisêbin. Başlangıçta Hatra'dan geçen ticaret yolunun aynı ismi taşıyan hangi şehre ulaştığını kestirmekte tereddütlüydüm. Bu yolun yine Hatra gibi ticaret yolunu koruma amaçlı kullanılan Singara'dan (Sincar) geçtiği bilgisine istinaden Nisebin diye yazdım. Haritaya bakıldığında Sincar'dan geçilmesi halinde yolun Nisêbin'e ulaştığı anlaşılır. Nitekim o dönemlerde Kamissa ve Nisebin yine kuzeye taşınan malların toplandığı ticaret merkezleri durumundaydı. Bu şehirlerdeki tarihi silolar körfezden gelen mallara karşılık büyük ölçekte tahıl ihracı yapıldığını ortaya koyuyor. Her önemli ticaret merkezinin yada ticaret yolunun güvenliği için kurulmuş şehirlerin aynı zamanda önemli askeri garnizonlar olması son derece doğal hatta kaçınılmaz.

Bu arada Nis Dağı'nın tanrısını anlatan Homeros'un onu Asya düzlüklerinden getirmesini de anımsayalım. Grekler Asya deyimini sadece Anataolia için kullanıyorlardı. Doğru yazımıyla Asia yani As ülkesi diyorlardı, daha sonra genişletilerek kıtaya teşmil edildi. As deyimi insan şeklinde tasarlanmış tanrıların genel adıdır. Bir önceki dönemde Van denen yarı hayvan nitelikli tanrılar tapım görüyordu. Dağların doruklarıyla tanımlanan Dionysos ve dağlara sığınmış olarak yaşayan kürtlerin bugünkü durumu ve Anadolu'da kırka yakın Nis Dağı olması üzerinden atlanacak gibi değil, Homa tapımından önceki dinimizi açıklıyor, kaldıki Dionysos tapımının bugünkü inançlara da etkisi var. Dürziliğe etkisi açık, yarsaniliğe de etkisi var. Bilahare Apollon tapımı yaygınlaşıyor (Hititlerdeki adı Pulun) ve egemen hale geliyor, oğul tanrı tapımının dominant hale gelmesi diğer tapımları tümden tasfiyeye yetmiyor, farklı mezhepler yada din olarak varlık sürdürüyorlar yada egemen tapıma bir şekilde etkiyor ve içinde yer ediyorlar. Kürtlerde bir inancın toplumu tümüyle örtmesi ve hakim hale gelmesi söz konusu değil. Yarsanilik, dürzilik ve ezdilik farklı tapım şekilleri, bugün bile varlar. Dışardan geldiklerinin işareti yok. O zaman bu dinleri coğrafyada ve kürtlerin ataları olan akraba kavimlerin inançlarında aramak gerekecek. Oğul tanrı ve Dionysos'un ikisi de yerli ve grek panteonundan apartılmış değil. Dürziler Nizip'in fazla uzağından göçetmediler, Kilis'ten göçettiler, dönem itibarıyla Nizip de egemenlik alanlarıydı. Canbeganların bir kısmı dürzileşirken bir kısmı alevileşti bir kısmı da sünnileşti.

Mithra, Homa, Tarhund, Tarqun, Apollon aynı tanrılardır. Hepsi oğul ve savaşçı tanrıdır. Greklerin Apollon demesine bakarak anlamını çözemiyoruz. Hititçesini türkler "Pulun" olarak veriyorlar, oysa hitit alfabesinde sadece konsonantlar var, vokaller yok. Türk müellifler bu "u"ları german dillerinde "o"nun "u"ya yakın bir sesle okunmasına istinaden uydurmuş olmalı. Apollon'a isim babalığı yapan Pulun savaşçı bir tanrı ve PL konsonantlarının (Pal=savaşçı, Pala=savaş aleti, Palabıyık=yiğitlik alameti, Bala=yüksek, yüce, yiğit, Plılıng=kaplan örneklerinde görüldüğü) gibi savaşçı, yiğit yada yüce anlamları veren sözcüklerde kullanıldığını biliyoruz. Tabii Palandokan, Balabethene=Palî, Balalis=Bitlis gibi şehir isimlerinin etimolojisi de konu işlenirken üzerinde durulacak kilometre taşları hüviyetinde. Eski şehirlerin büyük bölümü tanrılar adına kurulmuş yada tanrı adlarıyla takdis edilmiştir. Bizim tanrılarımız şehirlerimizde bas bas bağırıyor, biz hala tanrıyı Hira dağında arıyoruz.

Önce greklerin sonra arapların ve türklerin yerleşme birimlerinin isimlerini niçin inatla değiştirmek istediklerine dikkatle bakmak lazım. Her biri inanca, farklı bir kültüre, farklı sosyal nizama ve kürtlerin tarihi geçmişine tanıklık ettiği için değiştirilmek isteniyor. Şehir isimlerinin görünen anlamında ve etimolojisinde bir tarih ve inançlar açıkça yer alıyor, adeta ben buradayım diyor.

Güney'deki Hatra dışında bir de kuzeyde Hataro var, Hazro ilçesi Asur yazımlarına böyle geçmiş. Bu demektirki en az 3 bin yıllık bir yerleşme birimidir.

Yukarda Hatra şehrinin Partlar tarafından kurulduğundan bahsetmiştim. Daha dikkatlice araştırınca 2. yüzyılda Partlar tarafından başkent olarak kurulduğu ve Sasanî-Bizans savaşı sırasında Sasanîler tarafından yıkıldığı bilgilerine ulaştım.

Bu durumda iki önemli tarihi olgu çıkıyor ortaya;

1- Şehrin farslar tarafından kurulmadığı ve farslarla meskun olmadığı.
2- Musul'un hemen güneyinde yer alan Hatra'ya kadar uzanan rum nüfus olmadığı, herhangi bir rum kolonisinin bulunmadığı düşüldüğünde yörenin savaş esnasında hala partlarla yani kürtlerle meskun olduğu ve Sasanî-Bizans savaşında kürtlerin Bizans'a müttefik oldukları ve Sasanî devletince cezalandırma amaçlı olarak şehirlerinin (eski başkentlerinin) yıkıldığı.

Bugün arap barbarları tarafından işlenen yıkım suçu günümüzden yaklaşık 15 asır önce önce farslar tarafından işlenmiş. Hatra o gün tamamen yıkılmasına rağmen ihtişamını asırlarca korumuş bir şehir. Kurulduğu günlerde başlıbaşına bir kültür merkezi olduğu açık.

Türk etimolog Bilge Umar, 'Türkiye'deki Tarihsel Adlar' adını taşıyan çalışmasında Hatra isminin kökeni ve anlamı üzerine yazıyor;
"Kentin adı Hatra, Arapça'da "Yeşil" demek olan Hadra'dan gelmez. Nitekim şimdi bile Iraklılar kent kalıntıları alanını El-Hadra diye değil, El-Hadr diye anıyorlar. (R.E. Streck Hatra maddesi). Hatra adının Aram dilinden geldiğini "Duvarla çevrili yer" demek olduğunu, dolayısıyla Hisar'ı kastettiğini söylüyor. Bunun doğru olduğunu sanmıyorum. Çünkü ilkçağda her kent, her kasaba hisar durumunda bulunduğundan, her dilin konuşulduğu bölgede o dilin "Hisar" anlamındaki sözcüğü kent, kasaba adlarında çok sık kullanılmıştır. Oysa, Mezpotamia'da yahut Aram yurtlarında Hatra bolluğu yoktur. Buna karşılık asıl Parth yurdu dolaylarında da Adra tapkısının bulunduğunu kanıtlayan tarihsel coğrafya adlarıyla karşılaşıyoruz: Atrek Irmağı, Otrar kenti vb. Buna bakılırsa, Hatra kentinin adı da tanrı Adra ile ilgili olmalıdır." (Bilge Umar, Türkiye'deki Tarihsel Adlar, sayfa 307)

Buyrun size İskitlerin Makedon işgali sonrası kurdukları ilk başkentleri Nisa şehrinin yanındaki Atrek nehrinin ismine kaynaklık eden tapım şekli ve kürtlerin ateşperestliğine coğrafik isimlendirmelerin tanıklığı.

Küçük Medya da denilen Aderbadegan'da (en eski formu Atrapataka) yine aynı tapım karşımıza çıkıyor. Kürtler farslar gibi zerdüştî değiller ve din adamlarına bu nedenle mugbed (magius) denmiyor, bunun yerine kürtlerin din adamları aynı dönemde ateşin hizmetkarları anlamında "Herbend" olarak isimlendiriliyorlar. Partların, zerdüştî Sasanîler yerine Bizans'la müttefik olmalarinın altında bu dini ayrılık yatıyor ve Sasanîler bu nedenle "Adır"la takdis edilmiş ve Part inançlarını sembolize eden isme sahip Hatra şehrini tamamen harabeye dönüştürüyorlar. Tıpkı IŞİD güruhunun bugün Şengal'de ve Hatra'da yaptığı gibi.


Arçên ve Arzêng isimleri üzerine kısaca

Arçên ismini Arduşen şeklinde yazmak Osmanlı yazımıdır, kürtçe değildir, Yenibaşak gibi uyduruk bir isimdir sonuçta. Yöre halkı bu eski yerleşme biriminin ismini kendi dilinde saklamakta ve devam ettirmektedir. Bu yerleşme biriminin adı Arçên'dir. Aşağısında yer alan Murad suyunun adı ise (grekçe yazımıyla) Arsanias'tır. Bizim dilimizde Arçûnî diye okunur. Soylu su, yüce su anlamına geliyor. Çûnî bildiğiniz gibi kürt dilinde ırmak anlamına gelmektedir. Ar sözcüğü soylu anlamına geldiği gibi tapım gören aya, oğul tanrıya soyluluk izafe etmek için kullanılan bir sıfattır aynı zamanda. Bugün Armelû köyüne Elmalı denmekte, tahrifatı bir kenara bırakarak yerleşme birimlerimizi asıl isimleriyle zikretmemiz ve isimlerini korumamız gerekiyor. Armelû, yarım ay, hilal anlamına geliyor. Yeri gelmişken Hacan ve Ayzon isimlerini de zikretmekte yarar var, bu her iki ismin de dilimizde son derece berrak anlamları var. Yüzlerce yıllık geçmişi olan bu yerleşme birimlerine ait isimlerin arapçaya tahvil edilerek Haciyan ve Azizan şeklinde yazıma geçtiğini hatta bizzat kürtler tarafından bilmezlik saikiyle böyle yazıldığını görmekteyiz. Aslında bu bir katliamdır, tarih ve dil katliamıdır. Bu konuda dikkatli olmamız gerekeceği açık.

Bahsi geçmişken Arzêng ismini de açıklamak lazım. Ar sözcüğünün anlamını açıklamıştık. Zeng, iki anlama gelmektedir. İlk anlamı "çan"dır, zeng sözcüğü çan dışında "silah" anlamına da gelmektedir. Erzincan'ın eski adı "Yerzenga"dır. Çok eski bakır işlemeciliğine ilavaten önemli bir silah yapım merkezidir. Eski dönemlerde orduları donatacak ölçekte kılıçlar, kamalar, ok ve mızrak uçları, üzengiler, at koşumlarının metal aksamı burada imal edilmekteydi. Romalılar Erzincan'ın hemen güneyine kurdukları Satala'daki imalathanlerde tüm Roma imparatorluğunun ihtiyacını karşılayacak ölçekte silah üretimi yapmışlardır. Zeng sözcüğünü binici ayaklığı anlamına gelen "üzengi" sözcüğünde de yakalıyoruz. Zeng, her durumda çan anlamına gelmiyor.






 

16 Ocak 2015

Bala-beth-ene yada Pali


Bala, oğul tanrının sıfatıdır. Lis'in oğlu yada balası yada eşi olan savaşçı tanrı anlamında Balalis (Bedlis) şehir isminde de yer almaktadır. Dersim'in Balaban aşiretinin isminde de aynı Bala'yı görmek mümkün. Palandöken deniyor, aslı Palan-duekon-dır. Zazalar Palonduekon derler. Pal kök sözcüğünü burada da görüyoruz. Oğul tanrının öne çıkan özelliği yenilmez savaşçı olmasıdır, aynı zamanda savaş tanrısıdır.

Zıkani yada sakawani aşiretler (iskitler) ilk tasnifte Pal ve Ned diye iki büyük kola ayrılırlar. Pal toplulukları savaşçı kabilelerin genel ismidir, hayvancılık yada toprak tarımıyla uğraşan aşiretlere ise Ned aşiretleri denmektedir.

Pal kök sözcüğü bir savaş aleti olan pala isimine de temel teşkil etmektedir. Ayrıca Hitit'in Pala eyaleti var. Sangarios nehrine kadar uzanıyor. Hitit'in batıya doğru savaş yürüten savaşçı topluluklarına izafeten eyalete bu ismin verilmiş olduğu son derece açık. Türkler bu akıncı-fatih terimlerini bizanslılardan öğrendiler, rumlar ise trakyalılardan öğrenmişti, türkler bu terimi kendi dillerine çevirdiler. Pala ve Sakaria isimlerinin Hitit döneminde yanyana oluşu kürtlerin kökenine ilişkin önemli bir bilgidir.

Kürtler Pali diyor.

Balabethene sözcüğünü incelerken Pal ve sinonimi olan Bala sözcüklerini incelemiş olduk. Bala tanrı sıfatı olması nedeniyle yüce, yüksek, yiğit anlamlarında da kullanılıyor. Beth sözcüğü alpha-beth'deki bethdir. Ev anlamına gelen bu sözcük sami dillerinden asurca ve ibranicede var. Başlangıçta çadır anlamına geliyor bilahare ev anlamında kullanılıyor. Alpha öküz anlamına gelirken, yan yatırıldığında çift kubbeli çadırı andıran B harfi beth'in ilk ünsüzü olarak çadırı çağrıştırması nedeniyle simge olarak alınmış.

Ene son eki kürtçedir ve isimlere eklendiğinde yeri, memleketi anlamı yüklüyor.

Balabethene savaş tanrısı adına yapılmış bir tapınağın ve tapımının bulunduğu memleketi işaret ediyor.

Pal savaşçı, palon ise çoğulu, batı yazımından diyako yada daihakku diye yanlış aktardığımız sözcüğün aslı ve kürtçe telaffuzu 'duekon' olarak Palonduekon dağlarında varken biz bu dağları kendi dilimizdeki gibi telaffuz etmek yerine türkçe yazıma itibar ediyoruzki tümden tahriftir. Benim komşularımdan birini babasının adı Duekon'du, özel isim olarak da kullanılıyor. Oğul tanrı tapımının rahiplerine verilen isimdir, daha sonraki İran göçü döneminde genel olarak tüm rahiplere verilmiştir. Hristiyanlıktaki Diakon yani rahip sözcüğünün de esası budur.

Palonduekon 'savaçıların rahipleri' anlamına geliyorki Dersim savaşçılığıyla ünlü, kutsiyetleri hala oğul tanrı ve her ziyaretgahın Bava Dusikun gibi iskit boyuyla ilgili ismi var.

Muş ismi de Herzfeld'e göre oğul tanrının sıfatlarından biridir. Kürtlerde tapım şeklini işaret eden isimler oldukça yaygın, buna karşılık Zerdüşt inancına tanıklık eden yerleşme birimi isimleri kürtlerde hiç yok. Kürtlerin zerdüşti olduğunu Mardin, Muş, Bitlis, Pali, Tercon isimleri boşa çıkarıyor. Bu isimler Zerdüşt inancından bin yıl daha eski, Zerdüşt inancı bunları örtemiyor.

*

Sumer toplulukları sadece kürtleri değil yörenin diğer kavimlerini de etkilemişlerdir. Burada dikkat edilmesi gereken 9 ayrı sitede farklı diller konuşan kavimlerin olmasıdır, bu sitelerin dilleri farklı olduğu gibi dinleri arasında da derin farklar olmamasına rağmen farklılıklar vardır. Her sitenin baştanrısı ve tapım şekilleri de değişebilmektedir. Kürtlerin yayıldığı coğrafyada yalnızca Sumer yoktur eş zamanlı olarak Elam ve Hurri vardır ve aynı dönemde varlık sürdürmüşlerdir. Sumer'in Mezopotamya'nın tümü olmayıp güneyine denk düştüğünü burada hatırlamak gerekir. Bu nedenle kürtlerin inançlarını belli bir coğrafya ile sınırlı tutmak mahzurludur.

Kürtlerin eski inançlarını yerli yerine oturtabilmek için Hitit, Mitanni, Kassit, Pala, Azzi ve daha sonraki dönemde İskit ve Part inançlarına bakmak gerekir. Kürtlerin bu kavimlerle binlerce yılın yarattığı değişmelere rağmen dil yakınlığı var öyleki bu dillerin doğru transkripsiyonu halinde bir kürt bu dillerden herhangi birini tercümeye, sözlüğe gerek kalmadan anlayabilir. Kürt inançlarının oluşumunda bu kavimlerin dinleri ve tapım şekillerinin izleri, etkileri var. Çok dilli Sumer içerisinde hint avrupalı dil konuşan Ur sitesi dışında netlikle hint avrupalı dil konuştuğunu söyleyebileceğimiz bir site yada topluluk yok, dahası bir Sumer dili yok ama Sumer'de konuşulan diller var. Kürtlerin dönem itibarıyla yayılma alanları Elam ve Sumer'in yirmi kat büyüklüğünde. Kürt dilini ve inançlarını, Hurri gibi yafetik, Elam gibi dravidi, Sumer gibi bu dillerin her birine ilaveten hepsini terkibine alan bir esperanto yordamıyla ilişki kuran yada her sitenin kendi içinde sami ve hint avrupalı dilleri konuştuğu kozmopolit Sumer sitelerinin değişik dilleri ve inançlarıyla açıklamak bana makul gelmiyor.

Kürt inançları açıklanırken kürtlerin etnik bakımdan hangi toplulukların devamı ve kültürel mirasçısı olduklarına bakmak daha doğru sonuçlara ulaşmamızı sağlar.

Ezdiliğin kürt inancı ve kürtlere mahsus bir inanç olduğunda kuşku yok ama kürtlerin büyük ve yaygın inancı değil. Kaldıki ezdiliğin orijinal haliyle ışık tapımını barındırdığı ama başka inançlar esas alınarak revizyona uğratıldığının kanıtlarını bu inançta tesbit etmek mümkün. Ezdilik bugün semavi inançların dominant hale getirildiği bir inanç niteliği taşıyor. Bizim işimiz ise kökleriyle. Kürtlerin direkt ilişkili oduğu topluluklarda egemen olan ışık tapımdır, hal böyle olunca ister istemez aya ve güneşe kutsiyet atfedilmesi zorunlu hale gelmekte, ışık tapımı ise ay tapımı ve güneş tapımı gibi sektlerin ortaya çıkmasını teşvik etmektedir. Ay ve güneş tapımlarının egemen olduğu bir inançta 'ana' kültünün mevcudiyeti kaçınılmazdır. Diyebilirizki teslis bu nedenle kürt inançlarında islamiyetin yayılmasına kadar bir sürekilik arzeder.

Hristiyanlığın bile başta monofizit bir inançken bilahare teslise icbar edilmesi Anatolik inançların zorlamasıyla gerçekleşmiştir. Kürtler Anatolia, Eran ve Miyanduab (grekçesi Mezopotamia) coğrafyalarında eşzamanlı olarak vardırlar. Nüfus ağırlıkları ve kurdukları son derece net imparatorluklara bakıldığında Anatolia birden çok imparatorluk barındırması ve bu imparatorlukların her birinin beşyüz yıldan fazla hükümranlığı gerçeği önünde Eran'daki büyük ama ömrü kısa Med varlığı bir inancın ve dilin oluşmasına yeterli süreyi sağlamaktan yoksundur. İskitlerin Med'ler den önce ve Partların Med sonrası varlıklarıyla ele alınması zorunludur. Buna rağmen dominant olan Anatolik dönem ve buradaki nüfus yoğunluğudur. Sumer'i ve Sumerle ilişkileri küçümsemiyor ve gözardı etmiyorum. Kürtlerin geçmiş inançları bu üç coğrafyada ayrı ayrı incelenmeye muhtaçtır. Sumer bahsi diğerlerini örtecek büyüklükte ve uzun süreli değil.

Kürtlerin Zagroslardan batıya ve doğuya akarak yayılmaları birden çok dil ve inançla karşılaşmalarını ve karışmalarını beraberinde getirdi. Bu nedenle kürtler çok dinli ve çok lehçeli. Her bir lehçe filolojik bakımdan bir başka dille karşılaşmanın ve karışmanın sonucu sayılır. Dil farklılaşması da inançlar hakkındaki görüşümün ve izlediğim yöntemin doğru olduğunu destekler mahiyettedir. Kürtlerin din ve inançlarının etkilenme boyutunu gözden kaçırmamakla birlikte Zagros'tan neler götürdükleriyle, dağlardan indiklerinde din ve kültür adına heybelerinde ne bulunduğuyla daha çok ilgilenilmesi elzemdir. Zaten kürtlerin izlediği farklı bir çok inanç içerisinde ışık tapımının değişmez olduğunu, kürtlerin kutsiyete ilişkin sözcüklerinin bile ışıkla ilgili olması her inançta ortak ve değişmez motif olarak karşımıza çıkıyor. Bir teoriden yola çıkarak tarih yazmak yerine varolanın incelenmesine dayalı bir metodu izlemek bilimselliğin gereğidir. Aksi tutum, bir mahzuru daha davet ediyor, kürtlerin kendilerine ait olanı yoktu, gittikleri her yerde karşılaştıkları inanca sarıldılar şeklinde bir görüşe rağbet etmeyi kaçınılmaz kılar. Bu cahil ve fukara Kenan Fani tarihe farklı baktı ve araştırdıki kürtler dilsiz ve dinsizdir demesinler. Kitapsız olmadığımızı Ahmed'e Xani söylemişti, kitaptaki tek doğru sözü buydu, bir alan yani iskit destanı olan milli destanımızın ismini bile arapça Zineddin'in ilk hecesi olan Zin'e tahvil edecek kadar islami bir yorumdu yazdıkları. Bizlerin yolumuzu yöntemimizi bugünün bilimsel metodlarına itibar edecek şekilde seçmemiz gerekeceği açıktır.