Kenan Fani Doğan

Kenan Fani Doğan

02 Nisan 2011

Adam-Hepa

Adem'i kutsal kitaplarda anlatıldığı şekliyle ele alırsanız balçıktan yapılmış ilk insan olduğunu kabul etmemiz gerekecektir. İlk versiyonuyla yahudi anlatımlarında yer alan bu tanım bilahare islam bilicilerin "israiliyat" diye nitelendirdikleri mitolojik anlatımların, dolayısıyla satirlerin yeni inançlara peygamber yada melekler şeklinde monte edilmesinin sonucudur. Satir deyimi grekçedir. Yunan mitolojisinin yarı-insan yarı-tanrı yaratıklara verdiği isimdir. Türkçeye arapçadan geçen "esatiri evvel" deyiminde yer alan satir sözcüğü arapçaya grekçeden geçmiştir. Eski dönem tanrılarına ait hikayeleri, mitolojik varlıklara ilişkin anlatımları kapsar. Yeni inançlar eskiyi örterken tamamen dışlayamadıkları eski inancın önemli figürlerine farklı nitelikler ve sıfatlar vererek yeni din içerisine yerleştirmek ihtiyacı duymuşlardır. Ancak bu yer verme işlemi eski inancın öne çıkan kutsiyetlerini küçümseme, aşağılama tarzını esas alır. Eski inancın öne çıkan yüce değerleri yeni inanç içerisinde her durumda tenzili rütbeye uğratılarak yer bulabilmişlerdir.

Grek mitolojisi de aynı yolu izler. Greklerde Hitit uygarlığının yaptığı gibi karıştığı halkların inançlarına ait kutsiyetleri kabul ederek bünyesine almak tarzı çalışmaz. Bunun yerine eski inancın figürlerini hayvanlara ve sair yaratıklara indirgeyerek kendi figürlerine egemen bir nitelik atfetme tarzı hakimdir.

Arap dini, bu gerçeğin üstünü örtmek için dayanak bulmak zorunluluğu duymuş ve o günün ortadoğusunda daha yaygın kabul gören yahudi inancının anlatımlarını esas almakta olduğuna vurgu yaparak, "esatiri evvel"e israiliyat diyerek sıyrılmaya çalışmıştır. Bunun bir diğer nedeni de yahudiliğin islamiyet gibi tek tanrılı bir inanç olmasında yatar. İslamiyetin yerleştirmek istediği tek tanrı inancına islama göre batıl olan çok tanrılılığı tasfiye ederek ondan önce ulaşmış bulunan yahudilik, yeni paradigmanın zorunlu kılması sonucu yukarda belirttiğimiz gibi eskinin inkarına dair çeşitli sebepler türeterek ve türettiği niteliği yeni inanca monte ederek başardığından islama fazlaca iş bırakmamıştır. İslama düşen, eskiye ve esatiri evvele ait olanlarla ilgili olarak yahudiliği izlemekten ve israiliyatı Kur'ana transfer etmekten ibarettir.

Adem yada Adam, Yehova'dan çok önceleri Pelajların (Palestin ismi bu pelaj kavminden gelir, sahillerde yaşayan denizci bir topluluğun adıdır) tapım gören tanrısı olarak Jerusalem'in baştanrısıydı. Hemen yanıbaşında varolagelen Zeus ve Mard (Marduk)'la aynı tanrıydı (Mard, Zeus ve Adam'dan daha eskidir ve her ikisinin prototipidir). Daha eski ve köklü olan anatanrıça kültünün eril tanrı inancı aracılığıyla ikincil duruma düşürülmesinden sonra başat bir rol verilen eril tanrılardan biriydi. Aslında Yunus ile Adam aynı tanrıdırlar. İsrailiyat bu ikisini farklı peygamberler olarak Tevrat'a monte etmiştir. Kur'an da aynen kopyalayarak izlemiştir. Yunus'un ilk tasviri yarı-balık yarı-insan olan Juno adlı tanrıdır. Bütün insanların Juno'dan (Yawa) türedikleri de iddia olunur. Babil'e kadar tapım görmüştür. Arkeolojik kazılarda açığa çıkan Babil sikkelerinde belden aşağısı balık şeklinde tasvir olunmuştur. Juno'ya Deniz kızının erkek versiyonu diyebilirsiniz. Yarı-balık yarı-insan kültü hint-avrupalı toplulukların tanrılara tamamen insani özellikler verdikleri 'as' tanrıları döneminden önceki döneme aittir. 'As' döneminden önceki tarihi aşamanın tanrılarına 'van' denir. Grekler 'pan' yada satir demişlerdir. Hintli, İrani ve Zagrotik kavimler greklere 'yawan' demekteydiler. İlk insan kabul edilen bu mitolojik Juno'nun (avrupaî Jones) isimlendirmesinde yer alan Jo, Ju ve Yaw hecelerinin günümüz zazakisinde Yo, Ju ve Yew formlarıyla bir sayısını ifade etmekte oluşu ilginçtir. Bu benzerlik Juno'nun kürt tanrısı olduğunu söylememize yetmiyor ama kürt dilinin kelime üretmede bu arada sayıları ifade etmede yararlandığı hatta dayandığı dini-felsefi altyapıya ve bu dini-felsefi altyapının diğer kültürlerle sıkı ilişkilerine tanıklık ediyor. Biz bu arada peygamber Yunus ile balık ilişkisini ve yunus balığını da anımsayalım. İlk insanın balçıktan yaratılması mitolojik ima ile denizin kuruduğu, geriye balçık kaldığı yorumuyla birlikte ele alındığında Pelajların istilasının ve inançlarının reddidir. İdeolojik karşı çıkma boyutu içerir. Sami kavimlerin açık tenlilere galip geldiğinin kanıtıdır. Bu noktadan sonra İbrahim'in kavmine getirdiği kara tenlilerle evlenme yasağı rafa kaldırılmış, ilgaya uğramıştır. Kaldıki İbrahim Ur'lu yada Urfa'lıdır. Her iki şehir de kürtlerle ilişkili. Nemrud ismi kürt diliyle açıklanabilecek kadar kürtlere yakın.

Hepa, başta Hurri-Urartu-Hitit olmak üzere önasyada yaygın tapım gören bir tanrıçaydı. Grekler bu tanrıçaya izafe edilen fonksiyonları parçalayarak birçok tanrıça yarattılar. Buna rağmen Önasya Artemis'i öne çıkardı. Kürtlerde Lis olarak tapım gördüğünü dağ ve coğrafya isimleri kanıtlıyor. Hepa'nın sıfatlarından biri de Kybele idi. Kübra da denmektedir. İslamiyet öncesi Kabe'deki putlar yani Lat-Menat-Hübel üçlemesindeki tanrıça Hübel bu Kybele'den başkası değildir. Kur'anda yer alan 'Mahkeme-i Kübra' deyiminde de yer bulur. Lat, kassitlerin Adam'ı yada Mard'ı olan ışık tanrısı yada oğul tanrı 'Lulu'dur. Araplar, Lat diyorlardı. La, hititçe parıltı anlamına gelmektedir, kassitlerin dini isimlendirmesi (lulu) ışık olduğunu düşündürüyor. Daha eski olan doğa tapımının kalıntısıdır, insani nitelikler atfedilerek ışığa hükmettiği söylenen tanrıya dönüşmüştür (Lamisa: Kaya parıltısı, kürtlerde hala yaşan bir isimdir) (Arte: Soylu. Artemis: Soylu Mis) (Mezulla: Hitit akarsu tanrıçası. Akarsu parıltısı).. Menat'sa Mard karşılığıdır. Araplarda orijinallerinden farklı cinsiyetler izafe edilerek tapım görmüşlerdir. Kürtlerde yaygın olan 'manc'ın ta kendisidir. Adem-Havva hikayesini ilk insan hikayesiyle özdeşleştirerek algılamak yerine coğrafyada egemen olan eski inançların yordamıyla açıklamaya çalışmak gerekir. Transkafkasya ve Kapadokya'dan çeşitli nedenlerle göç edenler anatanrıçaları Hepa'yı da birlikte götürdüler. İsrailiyat, bu arada Tevrat, yahudi peygamberlerinin yada krallarının yoğun din savaşları yaşadıklarını aktarıyor. Uzun didişmelerden sonra Hepa Jerusalem (Kudüs) tanrısı Adam'la evlendirilerek uygun çözüm bulundu ve konsensüs sağlandı. İsrailoğullarının tek krallık dönemi tek tanrıyı zorunlu kıldığından Yehova inancı aracılığıyla tek tanrıya yönelindi ve Adam ile Hepa karı-koca şeklinde ilk insanlar olarak kutsandı. Eskinin başat tanrılarını tümden tasfiye etmeye Yehova'nın gücü yetmemişti ve yetmeyecekti.

Kürtlerde monofizit inançlarla birlikte düalist inançlar ve teslis (üçleme) birarada yaşadı. Bugün de yaşamaya devam ediyor. Müslümanlık, ezdîlik, aliilahilik ve alevilik şeklinde varlıklarını sürdürüyorlar. Bu inançların tarihsel kökleri oldukça eskilere uzanıyor. Müslümanlık dahi mazdeizmin derin etkisi altında olup kürtlerin eski inançlarına fazla uzak yada aykırı değildir. Bölgenin eski ve yerleşik uygarlığı olarak kürt uygarlığının bölgede yaygın ve kalıcı etkileri sözkonusudur. Etkileyen aynı zamanda etkilenir de..

Tartışma eki :

Benim bugüne kadar okuduklarımın tümü Adem kavramının menşei olarak Jerusalem'i (Kudüs) gösteriyor. İlk insana ve peygamberliğe indirilmeden önce tapım gören bir tanrı olduğu, Jerusalem tanrısı olduğu, dolayısıyla mitolojik bir olgu olduğu söylenebilir. Bu konuda seninle hemfikirim.

Hepa (Heva-Havva) ise Hurriden, Hitit'e, Kilikya Krallığından (Kizzuvatna) Urartu'ya, kadar yaygın tapım görmüş bir tanrıça. Bu ilk saydıklarımda Hepa ismiyle kabul ve tapım görmüş. Mitanni'nin ilk üç tanrısı arasında anatanrıça var ama adı Hepa değil.

Sumer'de anatanrıça tapımı, Babil anatanrıça rahibeleri ve Asur'da anatanrıça kültü, eski araplar arasında islamiyete kadar varlık sürdürdüğü Mekke'deki putlarla kayıtlara geçen anatanrıça kültü ile birlikte düşünüldüğünde, Önasya ve Ortadoğuda çok uzun bir zaman diliminde yaygınlık arzeden tapım şekline tanıklık ediyor. Sumer ve Hurri saydığımız halklardan devlet olmuş en eskileri. Diğerleri Sumer ve Hurri'nin mirası üzerinde yükseldi. Daha eskisi Çatalhöyükte bulunan anatanrıça heykelcikleridir. İ.Ö. 7000 yıllarına tarihleniyor. Jeriko ise İsrail sınırları içerisinde, İ.Ö. 7500 yıllarına tarihleniyor. Jeriko'yu inceleme fırsatım olmadı, Burada aynı kültün izlerine rastlanıp rastlanmadığını bilmiyorum.

Adem'in Hindistan'a götürülmesine bazıları alay ederek yaklaştılar. Ben hiçbir hipoteze alayla yaklaşmam ve yaklaşamam. Sadece mevcut bilgilerimle kıyaslarım. Reddetmek ve onaylamak yetkisini de kendime alıkoymam. Bilgilenmede sınır konulmaz. Bilgilenmenin yetkisi yoktur. Yetkesi ve yeteneği vardır.

Hindistan'ın kuzeyini kapsayacak şekilde hint-avrupalı dil ve hint-avrupalı olarak diğerlerinden ayrılan kültür İ.Ö. 1500 yıllarında istila dalgalarıyla Hindistan'a yayıldı. Hindistan'ın güneyi ve bu arada Sri Lanka(Seylan)'nın bir kısmı hala hint avrupalı diller grubuna dahil olmayan dravidi diller konuşuyorlar. Elam'ın dili de Susa sürecine kadar dravidi gruptan bir dildir. Susa süreciyle hint-avrupalı dil eskiyi tasfiye eder.

Hindistan'a hint-avrupalı dil ve kültürün yayılmasında sıçrama tahtası gören medeniyet merkezi oldukça ünlü bir tarihi şehir olan Pali-putradır. Ben, Hindistan'ın kuzeyinden Yugoslavya, İran ve Amerika da dahil olmak üzere gerek Avrupada gerekse Kürdistan'da birçok Bali-Pali-Palo-Palu sıfatlandırması içeren şehir isimleri buldum. Türklerin ciddi araştırmacıları türkçenin sanskritçe etkisinde oluştuğunu itiraf ediyorlar, türkçenin yapay ve yamama bir dil olduğunu kabule mecbur kaldılar. Sanskritçe kürtçe yakınlığı çok kez işlendi. Bütün bunları kürtlükle açıklamak abesle uğraşmak olur. Bu bilgilerle olsa-olsa kürtlüğün kökenine, kültürel kaynaklarına daha sağlıklı yaklaşmak olanaklı hale gelir. Aksini iddia etmek güneş-dil teorisinin kürt versiyonu olurki bilimden çok politikanın hem de ırkçı mayadan usaresini alan bir politikanın malzemesi olur.

Buddha, kendini tanımlarken babasının adının Sakyamuni olduğunu belirtiyor. Ansiklopedilerde bu bilgiye rahatlıkla ulaşılabilir. Sakyamuni Buddha'ya göre sakyaların (iskit, eşkan) kralı anlamına geliyormuş. İskit bahsi, yahudi, asur, pers, grek, hint kaynaklarında geçiyor. Her halk kendi fonetiğine göre isimlendiriyor. Kırım'dan Saksonya'ya, İskoçya'dan Sicilya'ya, İran'dan Hindistan'a kadar göçmüş ve savaşmış bir halk topluluğu olarak geniş bir coğrafyada hareketlilik gösteriyor. Herodot'un hikaye olarak naklettiklerinin dışında iskitlere dair görgüye dayalı tanıklıları da kitabında var.

Med bahsinde de iskit kralı Madiyas'ın Keyaksar tarafından yenilmesine değiniliyor. Keyaksar'ın babası Feruar(Firyar)'ın iskitlerle çıkan savaşta öldürüldüğü bize ulaşan bilgiler arasında. İskender'in babasının da iskitlerle yürüttüğü savaşta bir gözünü kaybettiği İskender'le ilgili kitaplarda yazıyor. Bütün bunları, bu halkın hareketliliği ve geniş bir coğrafyada varlık göstermesine misal olarak veriyorum. Başkaca bir iddiam yok.

İddia dayanakta. İsteyen bulur. Ben sadece yolunu ve yöntemini göstereceğim. Coğrafi isimler ve etnolojik isimlendirmelerle ilgili olarak isterseniz internet araştırması yapınız, isterseniz ansiklopedik araştırma yada sözlük araştırması yapınız. Dünyanın her yerinde iskit etnolojik sıfatlandırmasını çağrıştıran SK yada SC ünsüzleri içeren topluluk isimlendirmeleriyle Bali-Pali-Palo-Palu isimlendirmelerini aynen tesbit edeceğiniz gibi, BL ve PL ünsüzlerini içeren coğrafya yada şehir isimleri bulacaksınız. Bunlara zaman-zaman Susa-Şuşa-Sason-Sasun formlarıyla SS ve CC ünsüzlerini içeren isimlendirmeler eşlik edecektir. Bu denli yayılan bir halkın gittiği yere inançlarını götürmemesi ve gittiği yörelerin inançlarını etkilememesi olası değil. Ben, BL ve PL kavramının inançlarla ilgili olduğu sonucuna vardım.

Hitit'in imparatorluk dışında ana ülkesi iki büyük eyaletten oluşuyordu. Pala ve Tumana. Buna ilaveten Pala dili ayrıca kayıtlara geçmiş sözlüğü olan bir dildir. Hitit'in 'çekirdek ülkesi' sınırları içinde yer alan Katpatuka (Kappadokia)'da yani Halys (Kızılırmak) yayı çevresinde yer alan bugünkü Nevşehir'in ismi "Türkiyedeki Tarihsel Adlar" isimli Bilge Umar'a ait kitapta Scania olarak veriliyor. Hitit döneminde de PL-SC yanyana.

Yazılı kaynak olmadığı zaman dini kavramların ve şahsiyetlerin yer değiştirerek farklı kişilere ve kavramlara dönüşebileceği ihtimalini düşündüğüm gibi, aynı kişi ve kavramların farklı dillerde farklı isimlendirmelerle yer alabileceği ihtimalini de hesaba kattım. Kesinlikten kaçınarak belki de diyorum.. Êzdî inancında yer bulduğu anlaşılan Adem'in Hindistan'a gittiği şeklindeki sözlü anlatımlar gerçek boyutu da taşıyor olabilir. Çünki olumlamak yada reddetmek konusunda hiçbir veriye sahip değiliz. Kabullenmek kadar reddetmenin dayanaklarından da yoksunuz. O halde not edelim. Yanlışta olsa bilgi saklamak zararlı değildir. Yanlıştan kaçınmaya olanak sunar, bu anlamda bir yarar içerir.

Bilimde bilgiyi reddetmek yada küçümsemek yoktur. O güne kadar edinilmiş bilgilerle kıyaslamak ve tahlil etmek vardır. En aykırı ve en saçma görünen bilgi de sonuçta bir bilgidir. Doğruluğuna katılıp katılmamamız ayrı bir meseledir. Kuşkuyla yaklaşma hakkını bilimin bizatihi kendisi ilgili olan herkese verir.

Sonuçta, yazılı belgeden yoksun olduğumuz konularda ve hele oldukça girift olan mitoloji bahsinde kesin yargıya varmak son derece güçtür. Bunun yerine malzemelerimizi biriktirerek geleceğe saklamak daha yararlı olacaktır.

31 Ağustos 2008

Hiç yorum yok :